ağır kaçmak | * gücendirici olmak. |
ağır kayba uğramak | * maddî ve manevî büyük zarar görmek. |
ağır kayıp | * (savaş, deprem, sel gibi doğal afetlerde) Büyük kayıp. * Maddî zarar. |
ağır küre | * Yer yuvarlağının, yoğunluğu ve katılığıçok olan bölümü, barisfer. |
ağır ol! | * ciddî, ağırbaşlı, soğukkanlı, sabırlı ol!. * acele etme, yavaşol!. |
ağır oturmak | * uslu durmak. |
ağır para cezası | * Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası. |
ağır sanayi | * Üretim araçlarıyapan sanayi. |
ağır satmak | * nazlanmak, gönülsüz davranmak. |
ağır sıklet | * Bazıspor dallarında yarışmacıların ağırlığı ile sınırlandırılan kategori, başağırlık. |
ağır söylemek | * acı, dokunaklı, sözler söylemek. |
ağır söz | * Kişinin onuruna dokunan, dayanılması güç söz. |
ağır su | * Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaşlatıcısı olarak kullanılan, içinde hidrojen atomlarıyerine döteryum izotopları bulunmasısonucu oluşan su (DO). |
ağır top | * Güçlü, ünlü, tanınmışkimse. |
ağır uyku | * Uyanılması güç, derin uyku. |
ağır vasıta | * Motoru, ağır yük veya birden fazla römork taşımak amacıyla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç. |
ağır vasıta ehliyeti | * Ağır vasıta sürücülerine verilen kullanma belgesi. |
ağır yağ | * Kalın yağ. |
ağırbaşlı | * Davranışlarıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî. |
ağırbaşlılık | * Ağırbaşlı olma durumu, vakar, ciddiyet. |
ağırca | * Oldukça ağır. |
ağırdan | * Ağır olarak. |
ağırdan almak | * bir işi gereken süre içinde bitirmemek. * bir işi gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek. |
ağırkanlı | * Hippokrates’in ortaya attığı ağır canlılık, soğukluk, kolayca duygulanmayışgibi nitelikleri kendinde toplayan kişilik tipi. * Bkz. ağır canlı. |
ağırkanlılık | * Ağırkanlı olma durumu. |
ağırlama | * Ağırlamak işi, ikram, izaz. * Gelin veya güvey karşılanırken çalınan kıvrak bir hava. |
ağırlamak | * Konuğa saygı göstererek onun her türlü rahatını, ihtiyacını sağlamak, ikram etmek, izaz etmek. |
ağırlanma | * Ağırlanmak işi. |
ağırlanmak | * Ağırlamak işine konu olmak. |
ağırlaşma | * Ağırlaşmak durumu. |
ağırlaşmak | * (hava) Sıkıcıve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak. * (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak. * Yavaşlamak. * (gebe kadın için) Doğurmasıyaklaşmak. * Ağırbaşlı olmak. * (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak. * Güçleşmek, zorlaşmak. * (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek. |
ağırlaştırma | * Ağırlaştırmak işi. |
ağırlaştırmak | * Bir şeyin ağırlaşmasına yol açmak. |
ağırlatma | * Ağırlatmak işi. |
ağırlatmak | * Ağırlamak işini yaptırmak. |
ağırlığınca altın değmek | * çok değerli olmak. |
ağırlığını(ortaya) koymak | * kimliğini ve kişiliğini kabul ettirmek. |
ağırlık | * Ağır olma durumu. * Değerli olma durumu. * Ağırbaşlılık. * Tehlikeli olma durumu. * Sıkıntılı, bunaltıcıdurum. * Orduda bir birliğin cephane, yiyecek ve eşya yükleri. * Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalın. * Uyuşukluk ve gevşeklik durumu. * Uykuda iken gelen ve insana boğulur gibi bir duygu veren durum. * Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluşturduğu bileşke. * Takı. * Yük, külfet. * Sorumluluk. * Etki, yetki, baskı, güçlük. * Dikkati ve önemi bir şey üzerinde yoğunlaştırmak. * Terazilerde tartma işi yapılırken bir kefeye konulan nesne. * Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağanın üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değer tanınması. |
ağırlık basmak (veya çökmek) | * gevşeklik ve uyku gelmek. * (uykuda) sıkıntılıduruma girmek. * Ağır bir hava kaplamak, sessizlik oluşmak. |
ağırlık merkezi | * Bir cismin bütün noktalarına ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluşmuştek kuvvet durumundaki bileşkenin uygulama noktası. * Bir işin en önemli bölümü. |
ağırlık olmak | * birine yük olmak, kendi masrafını başkasına çektirmek, sıkıntıvermek. |
ağırlıklı | * Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağanın üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanınan (değer). |
ağırsama | * Ağırsamak hareketi. |
ağırsamak | * Birine karşısoğuk davranarak sıkıntıverdiğini anlatmak. * Bir işi yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek. * Bir işi ağır bulmak, yük saymak, yüksünmek. |
ağırşak | * Yün, iplik eğirilen iği ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen yarım küre biçiminde, ortasıdelik ağaç veya kemik parça. * Teker biçiminde yassınesne, kurs. |
ağırşaklanma | * Ağırşaklanmak işi veya durumu. |
ağırşaklanmak | * Çı banda veya (ergenlik sırasında) memede ağırşak biçiminde bir tümsek oluşmak. |
ağış | * Ağmak işi veya biçimi. * (su buharının ve başka gazların) Yerden havaya doğru çıkışı, yağışkarşıtı. |
ağıt | * Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarınıveya büyük felâketlerin acılıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye. * Ağlama, gelin olan bir kızın arkasından meziyetlerini sayıp dökerek ağlama. |
ağıt yakmak (veya tutturmak) | * ağıt söylemek, ağıt düzmek. |
Kategoriler