alay gibi gelmek | * inanılacak gibi olmamak. |
alay malay | * hep birden, birlikte. |
alaya almak | * alay etmek, eğlenmek. |
alaya bozmak | * alay niteliği vermek. |
alaya çıkmak | * askerî bir okulda başarı gösteremeyerek kıtaya gönderilmek. |
alaybozan | * Bir çeşit fitilli tüfek. |
alaycı | * Alay etme huyu olan, müstehzi. * Alay eden, küçümseyen, küçümseyerek eğlenen. |
alaycılık | * Alay etmeyi huy edinmişolma durumu. |
alayında olmak | * işi önem vermeyerek yapmak, işi şaka konusu yapmak. |
âlâyıvâlâ ile | * bütün gösterişi ile. |
alâyiş | * Gösteriş, göz kamaştırma. |
alâyişli | * Gösterişli. |
alaylı | * Erlikten yetişmişsubay. * Gerekli okul eğitimini görmeden kendini yetiştirmişolan (kimse), mektepli karşıtı. * Gösterişli, görkemli, debdebeli. |
alaylı | * Alay edici, küçümseyici, müstehzi. |
alaysı | * Alaya benzer, ciddî olmayan. |
alaz | * Alev, yalaz. |
alaz alaz | * Alev alev. |
alaza | * Dökülen tohumlarla ertesi yıl kendiliğinden çıkan tahıl, soğan vb. |
alazlama | * Alazlamak işi. * Vücutta kızıllık veya kızıl lekeler belirmesi durumu. |
alazlamak | * Bir şeyin yüzünü alevden geçirmek, aleve tutmak. * Sızlatmak, yakmak, acıvermek. |
alazlanma | * Alazlanmak işi. |
alazlanmak | * Alazlamak işine konu olmak. * İnsan derisi için, üstünde kızıllık veya kızıl lekeler belirmek. |
albasma | * Albastı. |
albastı | * Doğum sırasında temizliğe dikkat edilmemesi yüzünden loğusanın tutulduğu ateşli hastalık, loğusa humması, albasma. |
albatr | * Kaymak taşı, su mermeri. |
albatros | * Fırtına kuşugillerden, 1 m uzunluğunda, Atlantik Okyanusu’nda yaşayan iri bir kuştürü (Diomedea exulans). |
albay | * Rütbesi yarbay ile tuğgeneral arasında bulunan ve asıl görevi alay komutanlığı olan üstsubay, miralay. |
albaylık | * Albay rütbesi veya albayın görevi. |
albeni | * Alım, çekicilik, cazibe. |
albeni vermek | * çekiciliğini artırmak, ilgi toplamak, hoşve güzel göstermek. |
albenili | * Alımlı, çekici, cazibeli. |
albenisi olmak | * çekiciliği bulunmak. |
albinos | * Akşın. |
albüm | * Resim, fotoğraf, pul gibi şeyleri dizip saklamaya yarayan bir tür defter. * Herhangi bir konu ile ilgili kısa açıklamalar verilerek resimler basılmışolan kitap. * Bir sanatçının eserlerinin bir bölümünün yer aldığıkaset, uzunçalar, tekerçalar. |
albümin | * Bitkilerin, hayvanların doku ve sıvılarında bulunan, birleşimi karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt olan, suda eriyen, beyaza yakın renkte, yapışkan madde. |
albümin işeme | * Birçok hastalıklarda, özellikle böbrek hastalıklarında idrarda albümin bulunmasıdurumu, ak tutma. |
albüminli | * İçinde albümin bulunan. |
alçacık | * Çok alçak. |
alçacık dağları ben yarattım demek | * çok kurumlu olmak, kendini çok beğenmek. |
alçak | * Yerden uzaklığı az olan, yüksek karşıtı. * Aşağı, yüksek olmayan (yer). * (boy için) Kısa. * Bile bile en kötü, en ahlâksızca davranışlarda bulunan, aşağılık, soysuz, namert, rezil hain. |
alçak basınç | * Barometrede 760 mm altında bulunan, kötü havaya işaret olan hava durumu. |
alçak gerilim | * Düşük voltajlıelektrik hattı. * Değeri ve gücü az olan elektrik potansiyeli. |
alçak gönüllü | * (makam, para vb. durumlarda) Aşağı olanlarıkendisiyle eşit tutan veya kendi değerini olduğundan aşağı gösteren (kimse), mütevazı. |
alçak gönüllülük | * Alçak gönüllü olma durumu. |
alçak kabartma | * Heykel sanatında, yüzeyden çıkıntısıaz olan kabartma. |
alçak kavuşum | * Kavuşumda gezegenin güneşle yer arasında bulunması. |
alçak ses | * Hafif ses. * Kalın ses. |
alçak yaylak | * Devamlı oturma bölgesinde, normal tahıl ziraatıyapılan alanların bitişiğinde genellikle deniz seviyesinden 900-1200 metre yükseklikteki yaylak. |
alçakça | * Oldukça alçak. * Alçak, aşağılık kimselere yaraşırcasına. |
alçaklaşma | * Bayağılaşmak durumu. |
Kategoriler