arayıp sormak | * biri hakkında haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karşı ilgi göstermek. |
arayış | * Aramak işi veya biçimi. |
araz | * Belirtiler. * Hastalık belirtileri, semptom. * İlinek. |
arazbar | * Türk müziğinde bir birleşik makam. |
arazbarbuselik | * Türk müziğinde bir birleşik makam. |
arazi | * Yer yüzü parçası, yerey, yer, toprak. |
arazi açma | * fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirme. |
araziye uymak | * ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalışmak. |
arbalet | * Kundaklı, tetikli yay. |
arbede | * Gürültülü kavga, patırtı. |
arbitraj | * Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değerli kâğıtlarıdaha kârlı görülen başka kâğıtlarla değiştirme işi. |
arboretum | * Botanik bahçesinde ağaç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrılmış bölüm. |
arda | * İşaret olarak yere dikilen çubuk. * Maden üzerine kazıma yapmak ve çıkrıkta çevrilen şeyleri yontmak için kullanılan çelik kalem. * Ardıl. |
ardak | * İçten çürümeye yüz tutmuşağaç. |
ardaklanma | * Ardaklanma işi, durumu. |
ardaklanmak | * (ağaçlarda) Mantarların sebep olduğu çürümeye uğramak. |
ardıarasıkesilmemek | * aralıksız olarak gelmek. |
ardıardına | * Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralıksız. |
ardıkesilmek | * arkası gelmemek, tükenmek. |
ardısıra | * Peşinden, arkasından. |
ardıç | * Servigillerden, güzel kokulu yapraklarınıkışın da dökmeyen, yuvarlak kara yemişleri ilâç olarak kullanılan bir ağaççık (Juniperus). |
ardıç kuşu | * Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanlarında yaşayan, sırtıkahverengi, karnıak, kuyruğu kara bir kuş türü (Turdus pilaris). |
ardıç otu | * Ardıç ağacının küçük bitkisi. |
ardıç rakısı | * Cin. |
ardıl | * Birinin ardından gelip onun yerine geçen kimse, öncel karşıtı, halef. * Bir çıkarımda varılan sonuç. |
ardıl görüntü | * Bir duyunun kaybolmasından sonra geriye kalan görüntü. |
ardılma | * Ardılma işi. |
ardılmak | * Birisinin sırtına asılmak. * Musallat olmak, asılmak, takılmak. * Sataşmak, çatmak. |
ardın ardın | * Geri geri, ardısıra. |
ardına (veya arkasına) düşmek | * arkasından gitmek, peşini bırakmamak. |
ardına kadar açık | * (kapı, pencere için) sonuna kadar açık. |
ardınca | * Hemen arkasından, hemen ardından, arkasısıra, ardısıra. |
ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz | * önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanların çok olduğunu anlatır. |
ardından (veya arkasından) atlıkovalamak | * bir işi gereksiz bir telâşla yapanlar için söylenir. |
ardından sapan taşıyetişmez | * bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılır. |
ardınıalmak (veya getirmek) | * bitirmek, tamamlamak. |
ardını bırakmamak | * Bkz. peşini bırakmamak. |
ardınıkesmek | * arkası gelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak. |
ardışık | * Birbiri ardından gelen, mütevali. |
ardışık görüntü | * Bir duyunun kaybolmasından sonra da devam eden görüntü. |
ardışık olgular | * Bir hastalıktan sonra görülebilen fakat hastalığın kesin sonucu olmayan olgular. |
ardışık sayılar | * Bir, iki, üç gibi birbiri ardından gelen sayılar. |
ardışıklık | * Ardışık olma durumu. |
ardiye | * Genellikle ticaret eşyasınısaklamaya yarar yer, depo, antrepo. * Böyle bir yerde saklanılan eşya için ödenen ücret. |
ardiyeci | * Ardiye işleten kimse. * Ardiyeye bakan kimse. |
arduaz | * Kayağan taş, kayrak. |
arefe | * Bkz. arife. |
arefe günü | * Bkz. arife günü. |
arena | * Amfiteatrın ortasında, boğa güreşi, yarış, oyun gibi türlü gösteriler yapılan alan. * Siyasî çekişmelerin geçtiği yer. |
areometre | * Sıvıölçer. |
Kategoriler