bel vermek | * (duvar gibi dik şeyler) dışarıya veya (tavan gibi yatay şeyler) aşağıya doğru kamburlaşmak. * destek olmak. |
belâ | * İçinden çıkılması güç, sakıncalıdurum. * Büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse. * Hak edilen ceza. * (istenmedik bir davranışa zorlayan) Etki. |
belâ aramak | * kavga çıkarmak için fırsat aramak. |
belâ çıkarmak | * kavga çıkarmak. |
belâ kesilmek | * birisine sıkıntıve eziyet vermek, musallat olmak. |
belâ okumak | * birine beddua etmek. |
belâgat | * İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği. * Söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı, retorik. * Konuyu bütün yönleriyle kavrayarak, hiçbir yanlışve eksik anlayışa yer bırakmayan, yorum gerektirmeyen, yapmacıktan uzak, düzgün anlatma sanatı. * Bir şeyde gizli olan derin anlam. |
belâgatli | * Belâgati olan. |
belâgatsiz | * Belâgati olmayan. |
belâhat | * Alıklık. |
belâlar mübareği | * istenilmeyen, kaçınılan bir durumun gerçekleştiği bildirilirken alay yollu söylenir. |
belâlı | * Yorucu, üzücü, can sıkıcı. * Kavgacı, şirret. * Yolsuz kadınların zorba dostu. |
belâsı | * -den dolayı, -den sebebiyle. |
belâsını bulmak | * hak ettiği cezayı görmek. |
belâya çatmak (girmek veya uğramak) | * beklenmedik bir belâ ile karşılaşmak. |
belâya uğramak | * çok kötü bir durumla karşılaşmak. |
belâyısatın almak | * göz göre göre belâyıüstüne çekmek. |
belce | * İki kaşarası. |
Belçikalı | * Belçika halkından olan (kimse). |
belde | * Şehir. * Mekân, yer, çevre. |
beldeitayyibe | * Medine şehri. |
beledî | * Şehirle ilgili. * Yerleşik. * Bir tür pamuklu, kalın kumaş. |
belediye | * İl, ilçe, bucak gibi yerleşim merkezlerinde temizlik, aydınlatma, su ve esnafın denetimi gibi kamu hizmetlerine bakan, üyeleri halk tarafından seçilen, tüzel kişiliği olan teşkilât. * Bu teşkilâtın bulunduğu bina. |
belediye başkanı | * Belediye teşkilâtınıyöneten kimse. |
belediye çavuşu | * Zabıta işlerinde üst görevli. |
belediye encümeni | * Belediye kanununda belirtilmişgörevleri yerine getiren, özel kanunlarla belediye meclisince verilen görevleri, belediye meclisi toplu bulunmadığızaman, tetkik eden ve karara bağlayan organ. |
belediye meclisi | * Belediye tüzel kişiliğine tanınan yetkileri kendinde toplayan organ. |
belediye nikâhı | * Medenî kanuna göre kıyılan resmî nikâh. |
belediye polisi | * Zabıta görevlisi. |
belediye reisi | * Belediye başkanı. |
belediye sarayı | * Belediyeye ait bütün işlerin yapıldığıve büroların bir arada bulunduğu büyük yapı. |
belediye suçları | * Belediye buyruklarına ve yasaklarına aykırıdavranışlar. |
belediye teşkilâtı | * Nüfusu iki binden fazla olan yerleşim yerlerinde hükûmet kararıyla kurulan, belediye başkanı, belediye meclisi, belediye encümeni ve belediye memurlarından oluşan kuruluş. |
belediyeci | * Belediye işleri görevlisi. |
belediyecilik | * Belediye işleri. |
belediyelik | * Belediyeyle ilgili. |
belediyelik olmak | * belediye ile ilgili bir işi olmak. |
belek | * Kundak, çocuk bezi. * Beşiğe konulan yatak. |
beleme | * Belemek işi. |
belemek | * (çocuğu) Kundaklamak. * Beşiğe yatırıp bağlamak. * Bulamak, bulaştırmak. |
belemir | * Orta Anadolu’da tarlalarda yetişen, çiçekleri mavimsi renkte bir yıllık bir bitki, peygamber çiçeği, mavi kantaron (Cephalaria syriaca). |
belen | * Bel. * Tepe, yüksek yer; bayır. * Dağüzerindeki yüksek geçit, dik dağyolu. |
belenme | * Belenmek işi. |
belenmek | * Kundaklanmak. * Bulanmak, bulaşmak, örtülmek. |
belerme | * Belermek işi. |
belermek | * (göz için) Akı iyice belirecek biçimde açılmak. |
belertme | * Belertmek işi. |
belertmek | * Gözlerini, akıçok görünecek biçimde açmak. |
beleş | * Karşılıksız, emeksiz, parasız elde edilen. |
beleş(veya bahşiş) atın dişine (veya yaşına) bakılmaz | * bedava gelen şeyde kusur aranmaz. |
Kategoriler