boncuk fasulye | * Bir tür iri taneli fasulye. |
boncuk gibi | * küçücük (göz). |
boncuk mavisi | * Yeşile çalan bir mavi. |
boncuk tutkalı | * Boncuk biçiminde glüten tutkalı. |
boncukçu | * Boncuk yapan veya satan kimse. |
boncukçuluk | * Boncukçunun işi veya mesleği. |
boncuklanış | * Boncuklanmak işi veya durumu. |
boncuklanma | * Boncuklanmak işi. |
boncuklanmak | * Gözyaşı, çiy, ter boncuk biçiminde yuvarlak taneler oluşmak. |
boncuklaşma | * Boncuklaşmak işi. |
boncuklaşmak | * Boncuk biçimini almak. |
boncuklu | * Boncuğu olan, boncukla süslenmiş. |
boncukluk | * Boncuk olmaya elverişli (nesne). |
boncuksuz | * Boncuğu olmayan. |
bone | * Düz veya kıvrımlıher çeşit yumuşak kumaşvb. maddeden yapılan başlık. |
bonfile | * Kasaplık hayvanlarda karnın içinde, bel kemiğinin iki yanından aşağıya doğru uzanan ve yumuşaklığı dolayısıyla beğenilen et bölümü. |
bonfilelik | * Bonfile yapmaya elverişli (et). |
bonjur | * Günaydın. * Uzun siyah ceketle, çizgili pantolondan oluşan erkek giysisi. |
bonkör | * İyi yürekli. * Eli açık, cömert. |
bonkörlük | * İyi yüreklilik, eli açıklık, cömertlik. |
bonmarşe | * İçinde her türlü giyim, süs eşyası oyuncak vb. satılan büyük mağaza. |
bono | * Belirli bir sürenin sonunda, belirli bir paranın, belirli bir kimseye ödeneceğini belirten senet. |
bono kırdırmak | * bir bonoyu, süresi dolmadan, eksiğine paraya çevirmek. |
bono vermek | * borç alındığını gösteren vadeli senedi imzalayıp teslim etmek. |
bonservis | * Çalıştığıyerden ayrılırken görevini iyi yaptığını belirtmek amacıyla birine verilen belge, temiz işkâğıdı. |
bop | * Poker oyununda, oyuna girmek için ortaya konması gereken en az miktar. |
bopluk | * Bop tutarında olma. |
bopstil | * Züppece giyiniş biçimi. * Bu biçimde giyinen kimse. |
bor | * İşlenmemiş, taşlık, sert, ekilmemiş(toprak). |
bor | * Atom sayısı5, atom ağırlığı10,8 olan, tabiatta bor asidi veya boratlar durumunda bulunan, yoğunluğu 2.45 olan basit element. Kısaltması b. |
bora | * Genellikle arkasından yağmur getiren sert ve geçici yel. |
bora gibi | * çok sert, öfkeli, şiddetli. |
borak | * Bor (I). |
boraks | * Yoğunlaşmış bir borik asitten türeyen sodyum tuzu. |
boralı | * Yağmurlu, sert rüzgârlıve soğuk havalı. |
boran | * Rüzgâr şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağnak yağışlıhava olayı. |
borani | * Pirinçli, yumurtalıve yoğurtlu ıspanak veya benzeri sebze yemeği. |
borasit | * Sert billûr veya yumuşak beyaz kütle durumunda bulunan magnezyum boratı. |
borat | * Bor asidi ile bir oksidin birleşmesinden oluşan tuz. |
borazan | * Üfleyerek çalınan, perdesiz çalgı, boru. * Bu boruyu çalan kimse. |
borazancı | * Borazan çalan kimse. |
borazancı başı | * Birçok borazancının başı olan borazancı. |
borazancılık | * Borazancının işi. |
borca almak | * veresiye almak. |
borca batmak | * çok borçlu olmak. |
borca girmek | * borçlanmak, borç para almak. |
borcunu bilmek | * borcunu zamanında öder olmak. |
borcunu bilmek (veya saymak) | * bir şey yapmayıyerine getirilmesi gereken bir işolarak değerlendirmek. |
borcunu kapatmak (veya borçtan kurtulmak) | * borcunu ödeyip bitirmek. |
borç | * Ödenmesi gerekli para veya başka bir şey. * Birine karşı bir şeyi yerine getirme, gerekliği, yükümlülük, vecibe. |
Kategoriler