can kulağı ile dinlemek | * büyük bir dikkatle dinlemek. |
can kurban | * Can feda. |
can kuşu | * Ruh. |
can noktası | * En önemli husus, vurgulanması gereken yer. |
can olmak | * sevimli, hoşgörünmek. |
can pahasına | * canınıvererek veya tehlikeye koyarak. |
can pazarı | * Herkesin kendi canının kaygısına düştüğü ve kendini kurtarmaya çalıştığı bir durum. |
can sağlığı | * İnsanın sağve sağlıklı olması. |
can sevecek bir şey | * hoşa gidecek bir şey. |
can sıkıcı | * Üzüntü yaratan, üzücü. |
can sıkıntısı | * yapılacak bir işolmamaktan ve hiçbir şeyle oyalanma imkânı bulunamadığı için duyulan tedirginlik, bunalım. |
can sıkmak | * bıkkınlık vermek. |
can sohbeti | * İçtenlikle konuşan çok yakın dostlar bir arada söyleşip dertleşme. |
can tahtası | * Göğüs kemiği. |
can vermek | * ölmek. * ruha güç vermek. * canlanmasına yol açmak. * bir şeyi çok istemek. |
can yakmak | * zulmetmek, eziyet etmek. * bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak. * üzmek, acıvermek. |
can yeleği | * Bkz. cankurtaran yeleği. |
can yoldaşı | * Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan (kimse vb.). |
cana | * Sevgiliye hitap sözü. |
cana can katmak | * yaşama gücünü artırmak. |
cana kıymak | * öldürmek. |
cana minnet saymak (veya bilmek) | * bir lütuf olarak kabul etmek. |
cana yakın | * Sevimli. |
cana yakınlık | * Cana yakın olma durumu. |
canan | * Gönülden sevilen, gönül verilmişolan kadın, sevgili. * (tasavvufta) Tanrı. |
canavar | * Masallarda sözü geçen yabanî, yırtıcıhayvan. * Kurt, domuz gibi cana kıyan yaban hayvanı. * Haşarı, yaramaz çocuk. * Acımasız, kötü ruhlu, zalim (kimse). * Köpek balığı. |
canavar düdüğü | * Taşıtlarda bulunan, tiz ses çıkaran alet. * Acıacıses çıkaran ve uzaklara kadar tehlike işareti vermek için kullanılan düdük. |
canavar gibi | * iri yarı, saldırgan. * çok fazla. |
canavar kesilmek | * hırçınlaşmak, canavar gibi olmak. |
canavar otu | * Canavar otugiller familyasının örnek türlerinden olan ve kenevirle tütün köklerinin asalaklarından biri sayılan çiçekli bitki (Orobanche ramosa). |
canavar otugiller | * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, tarım bitkilerine zarar veren asalak bir bitki familyası. |
canavarca | * Canavar gibi, canavara uygun düşen biçimde. |
canavarlaşma | * Canavarlaşmak işi. |
canavarlaşmak | * Canavar gibi davranmak. * Korkunç, ürkütücü bir durum almak. |
canavarlık | * Canavar gibi davranma. |
cancağız | * Cancağızım sözünde sevgi ve teklifsizlik; cancağızı isterse deyiminde ise önemsemezlik anlatır. |
candan | * İçten, yürekten, gönülden, samimî. * İçtenlikle, istekle, ilgiyle. |
candan candan | * İçtenlikli bir biçimde. |
candan geçmek | * ölmek. |
candan yürekten | * içtenlikle. |
candanlık | * Candan olma durumu. |
candarma | * Jandarma. |
canfes | * Üzerinde desen bulunmayan, ince dokunmuş, parlak, tok, ipekli kumaş. * Bu kumaştan yapılmış. |
canfes gibi yaprak | * (asma ve dut yaprakları için) ince, taze ve sinirsiz yaprak. |
canfeza | * Türk müziğinde çok az kullanılmış bir birleşik makam. |
cangıl | * Bkz. cengel. * Karışıklık, kargaşa. |
cangıl cungul | * Hayvanlara takılan çanların veya başka maden eşyanın çıkardığıkaba sesleri anlatır. * Bu biçimdeki gürültü. |
canhıraş | * Yürek paralayan, kulak tırmalayan, acı, tüyler ürpertici. |
canıacımak | * çarpma, vurma vb. sonucu acıduymak. * üzülmek, rahatsız olmak. |
canıağzına (veya boğazına) gelmek | * büyük bir tehlike karşısında ölecekmişgibi bir korkuya kapılmak. * aşırıduygulanmak, çok heyecanlanmak. |
Kategoriler