çağlayan | * Küçük bir akarsuyun, çok yüksek olmayan bir yerden dökülüp aktığıyer, küçük şelâle. |
çağlayık | * Yerden ses çıkararak, gürültüyle kaynayarak çıkan genellikle sıcak su, kaynak. |
çağlayış | * Çağlamak işi veya biçimi. |
çağma | * Çağmak işi. |
çağmak | * (güneş ışığı) Vurmak. |
çağnak | * Döl kesesini dolduran ve dölütü içinde bulunduran sıvı, amnios suyu. |
çağrı | * Birinin bir yere gelmesini isteme, davet. * Çağrıcihazı. |
çağrıcihazı | * Telefon sistemi ve ağı düzeninde belli bir numara verilerek taşıyanına kolayca ulaşılmasınıveya ona haber bırakılmasınısağlayan alet. |
çağrınumarası | * Çağrıcihazının numarası. |
çağrıcı | * Çağırmak işini yapan, çağırmak için giden kimse, davetçi. * Bazıyerlere girmek isteyenleri sırası gelince çağıran kimse, mübaşir. |
çağrıcılık | * Çağrıcının görevi. |
çağrılı | * Bir toplantıya, bir yere veya birinin yanına çağrılmışkimse, davetli. |
çağrılık | * Davet için yazılan kâğıt, davetiye, okuntu. |
çağrılış | * Çağrılmak işi veya biçimi. |
çağrılma | * Çağrılmak işi. |
çağrılmak | * Çağırmak işi yapılmak. |
çağrım | * Yüksek bir sesin yetişebileceği kadar uzaklık. |
çağrısız | * Çağrılmamışveya çağrılmayan kimse. |
çağrışım | * Bir düşüncenin veya görüntünün, bir başkasınıhatırlatması. * Davranışlar, düşünceler ve kavramlar arasında yer ve zaman birliğinin etkisiyle kurulan bağlantılar sonucu, bilinç alanına bunlardan birisi girince ötekini de bilince çekmesi olayı, tedaî. |
çağrışım yapmak | * çağrıştırmak. |
çağrışımcı | * Çağrışımcılık doktrini taraftarı olan (kimse). |
çağrışımcılık | * Bütün bellek işlemlerini, aklın bütün ilkelerini, hatta bellek hayatının hepsini, düşüncelerin çağrışımı ile açıklamak isteyen doktrin. |
çağrışımlı | * Çağrışımı olan. |
çağrışımsal | * Çağrışımla ilgili. |
çağrışımsız | * Çağrışımı olmayan. |
çağrışma | * Çağrışmak işi. |
çağrışmak | * Birbirini çağırmak. * Hep birden bağırarak yaygara etmek. |
çağrıştırma | * Çağrıştırmak işi. |
çağrıştırmak | * Bir çağrışıma yol açmak. * Akla getirmek, hatırlatmak, andırmak. * Benzemek, andırmak. |
-çak | * İsimden isim yapma eki. |
çâk | * Yırtık, yarık. |
çâk çâk (olmak) | * çok yırtık, lime lime, parça parça (olmak). |
çakal | * Et oburlardan, sürü durumunda yaşayan, kurttan küçük bir yaban hayvanı(Canis aureus). * Kurnaz, yalancı, düzenci, aşağılık kimse. * Titiz, huysuz, görgüsüz. |
çakal armudu | * Yabanî armut, ahlat. |
çakal eriği | * Çok ekşi, sert, iri çekirdekli bir erik türü (Prunus spinosa). |
çakal yağmuru | * Güneşvarken yağan yağmur. |
çakalboğan | * Kırlarda rastlanan bir bitki. |
çakaloz | * Mermi olarak çakıl taşıatan bir tür top veya bu topu kullanan topçu. |
çakar | * Denizde, açığa veya kıyılara yerleştirilen, belirli aralıklarla yanıp sönen küçük fener. * Uzunluğu iki yüz elli – üç yüz, genişliği on kulaç olan balık ağı. |
çakaralmaz | * Basit, ilkel çakmak. * İlkel bir biçimde üretilmiş. * İşe yaramayacak durumda olan, bozuk. * (kalitesiz) Tabanca. |
çaker | * Kul, köle, cariye, yanaşma. |
çakı | * Açılıp kapanan bir veya birkaç ağızlıküçük cep bıçağı. * Bkz. deniz çakısı. |
çakı gibi | * canlıve atik. |
çakıcı | * Bıçakçı. |
çakıl | * Küçük veya orta boyda taşparçası, çakıl taşı. |
çakıl çukul | * Karışık biçimde, ne dediği belli olmaksızın. |
çakıl kuşu | * Yağmur kuşugiller familyasından kuzey bölgelerde yaşayan sıcak aylarda güneye geçen göçmen kuş (Crocethia alba). |
çakıl taşı | * Deniz kıyılarında veya derelerde suyun aşındırması ile sivrilikleri kaybolmuş, toparlak veya badem biçiminde ufak bir taştürü. |
çakıl yol | * Çakıl taşları ile döşenmişyol. |
çakıldak | * Bir çarkın yalnız bir yöne doğru işlemesine yol verip tersine dönmesini önleyen veya değirmen, su dolabı gibi birtakım makinelerin işleyişini çıkardığısesle kontrole yarayan parça. * Elde çevrildikçe gürültülü ses çıkaran, değirmi biçiminde bir çocuk oyuncağı. * Koyunların kuyruklarıaltındaki kıllara yapışıp kuruyan pislik. |
Kategoriler