dukalık | * Bir dukanın yönetiminde bulunan ülke. |
dul | * Eşi ölmüşveya eşinden boşanmış(kadın veya erkek). |
dul kalmak | * (kadın veya erkek için) eşi ölmek. |
dulaptal otu | * Dulaptal otugillerin örnek bitkisi olan, Kuzeydoğu Anadolu dağlarında yetişen çiçekleri güzel kokan, çalı görünüşünde, çok yıllık bir bitki (Daphne mezereum). |
dulaptal otugiller | * Örnek bitkisi dulaptal otu olan, taçsız iki çeneklilerden bir familya. |
dulavrat otu | * Birleşikgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki (Arctium tomentosum). |
dulda | * Yağmur, güneşve rüzgârın etkileyemediği gizli, kuytu yer, siper. * Esirgeme, koruma, himaye. |
dulda tutmak | * üstüne çekmek, örtünmek, koruyacak biçimde sarınmak. |
duldalama | * Duldalamak işi. |
duldalamak | * Korumak, siper altına almak. |
duldalanma | * Duldalanmak işi. |
duldalanmak | * Korumak, siper altına girmek. |
duldalı | * Duldası olan. |
duldasız | * Duldası olmayan. |
dulluk | * Dul olma durumu. |
duluk | * Yüz. * Şakak. * Yüzün şakakla çene arasındaki yanı. |
Duma | * Çarlık zamanında Rus parlâmentosuna verilen ad. |
dumağı | * Nezle, ingin, zükâm, nevazil. |
duman | * Bir maddenin yanması ile çıkan ve içinde katızerrelerle buğu bulunan kara veya esmer renkli gaz. * Havalanan tozların veya sisin havada oluşturduğu bulanıklık. * Kötü, yaman. * Esrar. |
duman almak | * sis kaplamak, sis bürümek. * sigara dumanını içine çekme. |
duman altı olmak | * esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek. |
duman attırmak | * kötü duruma düşürmek, geride bırakmak, birini yıldırmak. |
duman etmek | * dağıtmak, bozmak, yok etmek. * yenmek, başarı sağlamak. |
duman olmak | * işi, durumu berbat olmak. * (bir kimse veya bir şey) ortadan kaybolmak. |
duman rengi | * Koyu kül rengi, füme. * Bu renkte olan. |
dumana boğmak | * bunaltmak, şüphe içinde bırakmak. |
dumanıdoğru çıksın | * “iyi ve güzel olmasa bile yönteme uygun olsun yeter” anlamında kullanılır. |
dumanıüstünde | * (sebze, meyve, yemek için) çok taze. * çok yeni, üzerinden çok zaman geçmemiş. |
dumanıvermek | * ortalığıkarıştırmak. |
dumanlama | * Dumanlamak işi. |
dumanlamak | * Dumanlıduruma getirmek; dumana tutmak. |
dumanlanma | * Dumanlanmak durumu. |
dumanlanmak | * Dumanlıduruma gelmek. * Bulanmak, karışmak. |
dumanlı | * Duman olan, duman çıkaran. * Sisli, sisle örtülü. * Sıkıntılı, bulanık; esrik, sarhoş. |
dumansız | * Dumanı olmayan, duman çıkarmayan. |
dumdum | * Baştarafıhaç biçimi çentilmiş, çarptığıyerde tehlikeli yaralar açan bir tür tüfek kurşunu. |
dumur | * Körelme. |
dumura uğramak | * körelmek. |
dun | * Alçak, aşağı, aşağılık. * Altta, aşağıda. |
duo | * İki ses veya iki müzik. * Karşılıklı iki kişi tarafından söylenen şarkı. |
dupduru | * Çok duru. |
-dur | * -dır / -dir vb. |
-dur- | * Bkz. -dır- / -dir- vb. |
dur (veya durun!) | * “biraz zaman geçsin” anlamıyla cümlelerin başına gelir. |
dur durak (veya dur dinlen, dur otur) yok | * durup dinlenmeden sürekli çalışmayıanlatır. |
duraç | * Turaç. |
duraç | * Heykel, sütun gibi şeylerin üstüne konulduğu parça, ayak, taban, kaide. |
durağan | * Yerini değiştirmeyen, yerli, hareketsiz, sabit. * Etkin olmayan, gelişmemiş. |
durağan elektrik | * Kimyasal olarak enerjinin depo edildiği akümülâtörün ürettiği elektrik. |
durağanlaşma | * Durağanlaşmak işi veya durumu. |
Kategoriler