durağanlaşmak | * Durağan duruma gelmek. |
durağanlık | * Durağan olma durumu. |
durak | * Tren, tramvay, otobüs gibi genel taşıtların durmak zorunda olduğu veya durabileceği yer. * Cümle sonundaki nokta. * Hece ölçüsüyle yazılmışşiirlerde ölçü kalıpları içindeki durma yerleri. * Bir ölçü uzunluğunda susma. * Konuşmada, anlamın gerektirdiği biçimde kelimeler arasındaki ses kesintisi. |
duraklama | * Duraklamak durumu. * İlerlemekte bulunan bir birliğin, vakitsiz, yersiz ve düzensiz olarak yürüyüşünü durdurması. |
duraklamak | * (hareket durumundaki bir şey) Kısa bir süre için durmak veya arada bir durmak. * Bir süre ses çıkarmamak, bir şey söylememek, duraksamak, tereddüt etmek. |
duraklatma | * Duraklatmak işi. |
duraklatmak | * Bir şeyin duraklamasını sağlamak. |
duraklayış | * Duraklamak işi veya biçimi. |
duraklı | * Durağı olan. * Hep aynıyerde kalan, hep aynıyerde tekrarlanan. |
duraklıdalga | * Bütün noktalarıaynıanda, zıt ve aynıfazlıtitreşimler yapan dalga, kararlıdalga. |
duraklık | * Durak olma durumu. * Durgunluk. |
duraksama | * Duraksamak durumu, tereddüt. |
duraksamak | * Ne yapmak veya ne demek gerektiğini kestiremeyerek duraklamak, tereddüt etmek. |
duraksamalı | * Duraksayan, tereddütlü. |
duraksamasız | * Duraksaması olmayan, tereddütsüz. |
duraksayış | * Duraksamak işi veya biçimi. |
duraksız | * (otobüs için) Mola vermeden, duraklarda durmadan. |
dural | * Hep bir durumda ve hiç değişmeden kalan. |
duralama | * Duralamak durumu. |
duralamak | * Duraklamak. |
duralayış | * Duralamak işi veya biçimi. |
durallık | * Dural olma durumu. |
durdu, durdu, turnayı gözünden vurdu | * uzun süre bekledi, ama sonunda büyük bir kazanç elde etti. |
durduğu yerde | * hiçbir emek harcamadan. * gereği yokken. |
durdurma | * Durdurmak işi. |
durdurmak | * Durmasını sağlamak. |
durdurtma | * Durdurtmak işi. |
durdurtmak | * Durmasını sağlamak, durmasına yol açmak. |
durdurulma | * Durdurulmak işi. |
durdurulmak | * Durdurmak işi yapılmak. |
durduruş | * Durdurmak işi veya biçimi. |
durendiş | * Uzağı görür, ileriyi düşünür, ön görülü. |
durgu | * Olmakta olan bir şeyin birdenbire durarak kesilmesi, sekte. * Bir müzik eserinde, bitişetkisi yapan armonik zincirlemeler bütünü. |
durgun | * Kımıldanışve canlılık göstermeyen, dingin, sakin. * Neşesiz, keyifsiz, sessiz, canlı olmayan. * Canlı olmayan, sönük, hareketsiz. |
durgun şişkinlik | * Ekonomideki durgunluk ve enflâsyonun aynıanda yaşanması, stagflâsyon. |
durgunlaşma | * Durgunlaşmak durumu. |
durgunlaşmak | * Durgun olma durumu. |
durgunlaştırma | * Durgunlaştırmak işi. |
durgunlaştırmak | * Durgun duruma getirmek. |
durgunluk | * Durgun olma durumu. |
durgunluk çökmek | * sessiz, sakin duruma girmek. |
durma | * Durmak durumu. * Eğleşme, eğlenme, tevakkuf. |
durmadan | * Ara vermeden, kesintisiz, sürekli. |
durmak | * Hareketsiz kalmak, yürümez olmak. * İşlemez olmak, çalışmamak. * Bir yerde bir süre oyalanmak, eğlenmek, eğleşmek, tevakkuf etmek. * Dinmek, kesilmek. * Varlığınısürdürmek. * Var olmak. * Beklemek, dikilmek. * Yaşamak. * Birisinin malı olarak bulunmak veya o malla ilişkisi olmak. * Kalmak. * Hareketsiz durumda olmak. * Bir yerde olmak veya bulunmak. * Belli bir durumda, bir görevde bulunmak. * (olumsuz biçimiyle) Ara vermeden, sürekli olarak. * Bir konuyla çok ilgilenmek, üstüne düşmek. * Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almışfiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur: Çalışadurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi. |
durmuşoturmuş | * olgun, davranışlarıtutarlı(kimse). * tutarlı, aşırılığa kaçmamış. |
durmuşoturmuşluk | * olgunluk, tutarlılık. |
duromer plâstik | * Sıkıağyapılımoleküllerden oluşan sert ve katıplâstik türü. |
-durt- | * Bkz. -dırt- / -dirt- vb. |
duru | * Bulanıklığı olmayan, temiz, berrak. * (ten) Pürüzsüz. * (dil, üslûp için) Arınmış, karışık olmayan. |
durucu | * Sürekli kalan, oturan. |
Kategoriler