erte | * Bir günün veya olayın arkasından gelen zaman. |
erteleme | * Ertelemek işi, tehir, tecil, talik. |
ertelemek | * Başka zamana bırakmak, tehir etmek, tecil etmek, talik etmek. |
erteleniş | * Ertelenmek işi veya biçimi. |
ertelenme | * Ertelenmek işi. |
ertelenmek | * Daha sonraki bir zamana bırakılmak. |
erteleyiş | * Ertelenmek işi veya biçimi. |
ertesi | * Bir günün, bir haftanın, bir ayın, bir yılın ardından gelen günü, haftayı, ayı, mevsimi veya yılı gösterir. |
ervah | * Ruhlar. |
ervahına yuf olsun | * “yazıklar olsun”, Allah kahretsin anlamında sövme veya kınama sözü olarak kullanılır. |
erzak | * Uzun süre saklanabilen yiyeceklerin genel adı. |
erzatz | * Başkasının yerine kullanılabilen, başka bir malın yerini alabilen, yedek. |
es | * Notada duraklama zamanıve bunu gösteren işaretin adı. |
es geçmek | * üzerinde durmamak, boşvermek, önemsememek. |
esami | * Adlar, isimler. |
esamisi okunmamak | * kendisine değer verilmemek, adıanılmamak. |
esans | * Bitkilerden türlü yollarla çıkarılan veya kimyasal yöntemlerle yapılan, kokulu ve uçucu sıvı. |
esaret | * Kölelik, tutsaklık, esirlik. * Hakimiyet altında bulunma. * Boyunduruk. |
esarette kalmak | * uzun süre esir olarak bulunmak. |
esas | * Bir şeyin özünü oluşturan ana öge, temel. * (bir işveya sözde) Doğru biçim. * Ana, temel olarak alınan, başlıca, asal, esasî. |
esas duruş | * Hazır ol durumu. |
esas vaziyet | * Dimdik kımıldamaksızın, hazır ol durumu, esas duruş. |
esas vaziyete geçmek | * hazır ol durumunu almak. |
esasa bağlamak | * belirli bir kurala dayandırmak. |
esasen | * Başından, temelinden, kökeninden. * Doğrusu, doğrusunu isterseniz, zaten, zati. * Nasıl olsa, gene. |
esası olmamak | * gerçek olmamak, yalan olmak. |
esasî | * Esasla ilgili, asıl ve temel olanla ilgili, asal. |
esaslandırma | * Esaslandırmak işi veya durumu. |
esaslandırmak | * Esaslıduruma getirmek, sağlamlaştırmak. |
esaslanma | * Esaslanmak işi veya durumu. |
esaslanmak | * Temeli sağlamlaşmak, temelleşmek. |
esaslı | * Köklü, genişölçüde etkili, güzel, doğru. * Köklü, etkili, güzel bir biçimde, doğru olarak. |
esassız | * Sağlam bir temele dayanmayan, köksüz. * Doğru olmayan, yalan. |
esatir | * Tarih öncesi tanrılarının efsaneli serüvenlerini anlatan ve bir topluluğun duygularını, anlayışınıve özlemlerini göstermesi bakımından değeri olan hikâyeler, mitoloji. |
esatirî | * Esatirle ilgili, esatire ait. |
esbabımucibe | * Gerekçe. |
esbak | * Eski, geçmiş, önceki. |
esbap | * Sebepler. |
esef | * Acınma, yerinme. |
esef etmek | * üzülmek, acınmak. |
esefle | * Üzülerek, acınarak. |
eseflenme | * Eseflenmek işi. |
eseflenmek | * Acınmak. |
esefli | * Esefi bulunan. |
eselemek beselemek | * Kandırmak, allem etmek kallem etmek. |
eseme | * Bkz. mantık. |
esen | * Hiçbir hastalığı, vücutça hiçbir eksiği olmayan, sağlıklı, sıhhatli, salim. |
esenleme | * Esenlemek işi, selâm. |
esenlemek | * Biriyle karşılaşıldığında, birinin yanına gidildiğinde veya yanından uzaklaşıldığında kendisine sözle veya işaretle bir nezaket gösterisi yapmak, selâm vermek, selâmlamak. * Birine esenlik dileyerek ayrılmak, veda etmek. |
esenleşme | * Esenleşmek işi, selâmlaşma. |
Kategoriler