Kategoriler
G SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük G Sayfa 45

göz önünde tutmak (veya bulundurmak) * herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağınıhesaba katmak, dikkate almak.
göz önüne almak * önceden düşünmek, hesaplamak, dikkate almak.
göz önüne getirmek * zihinde canlandırmak, tasarlamak.
göz pencere * Çatıkatlarında veya kapıüstlerinde yuvarlak veya oval biçimli, genellikle süslü küçük pencere.
göz pınarı * Gözün burun tarafındaki ucu.
göz sevdası * Yalnız bakmakla yetinilen aşk.
göz süzmek * baygın ve anlamlı bakmak.
göz taşı * Bazı göz, deri, bitki hastalıklarında ve bağcılıkta kullanılan, koyu mavi renkte zehirli bir tuz, bakır sülfat
(Cu SO4).
göz ucu * Yan göz.
göz ucuyla bakmak * belli etmemeye çalışarak başını çevirmeden yandan bakmak.
göz ucuyla bakmak * yan gözle bakmak, farkettirmeden gözlemek.
göz ucuyla görmek * fark etmek.
göz ucuyla süzmek * iyice tanımak, bilmek veya dikkat çekmek amacıyla hafif kısık gözle incelemek, bakmak.
göz var, izan var * bir şeyin göz ve akıl yoluyla anlaşılacağınıanlatır.
göz yıldırmak * gözünü korkutmak.
göz yoklaması * Başkalarının dikkati onun üzerinde olmak, kendisini izleyenlerin değerlendirmesi dikkatlice görme, göz
hapsinde tutma.
göz yummak * kusurları görmemezlikten gelmek, hoşgörmek, bağışlamak.
* umudunu kesmek,umutsuzluğa düşmek.
göz yummamak * hiç uyumamak.
* hoşgörmemek, bağışlamamak.
göz yuvarı * Kafatasında bir çukur içine yerleşmiş bulunan, gözün yuvarlak olan parçası.
göz yuvası * Göz yuvarlarının içinde bulunduklarıkemik oyuklardan her biri, göz evi.
gözaltı * Birinin, güvenlik kuvvetlerince belli bir yerde belli bir süre alıkonulması, nezaret.
gözaltına almak * birini güvenlik kuvvetlerince belli bir süre, belli bir yerde tutmak, nezarete almak.
gözaydın etmek * güzel bir olay için kutlamak, iyi dileklerde bulunmak.
gözcü * Gözlemek veya gözetlemek işini yapan kimse.
* Göz hekimi.
* Sınavda, sınavın kurallara uygun bir biçimde yapılmasınısağlayan kimse.
gözcülük * Gözcünün işi.
* Göz hekimliği.
gözcülük etmek * kollamak, sağısolu kolaçan etmek.
gözdağı * Sonradan verilecek bir ceza ile korkutma, yıldırma, tehdit.
gözdağıvermek * sonradan verilecek bir ceza ile korkutmak, yıldırmak, tehdit etmek, caydırmaya çalışmak.
gözde * Benzerleri arasında nitelikleri sebebiyle üstün tutulan, beğenilen, önem verilen (kimse veya şey).
* Önemli bir kimsenin beğendiği kadın.
gözden çıkarmak * bir mal, para, değer yargısıvb. maddî veya manevî varlığın elden çıkarılmasınıkabul etmek.
gözden düşmek (veya düşürmek) * sevgi ve ilgiyi yitirmek (veya yitirtmek).
gözden geçirmek * okumak.
* niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak, incelemek, muayene etmek.
* (araç, motor vb. için) çalışıp çalışmadığını inceleme, deneme, denetleme işi.
gözden gönülden çıkarmak * hiç önem vermemek, ilgisini kesmek.
gözden ırak olan gönülden de ırak olur * ayrıdüşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır.
gözden kaçırmak * dalgınlıkla görmemek.
gözden kaçmak (veya gözünden kaçmak) * görülmemek, farkına varılmamak.
gözden kaybetmek * görünmemek, ortadan çekilip gitmek.
gözden kaybolmak * ortadan çekilmek veya görünmez olmak.
gözden nihan olmak * görünmez olmak, kaybolmak.
gözden sürmeyi çalmak (veya çekmek) * hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak.
gözden uzak tutmak * önem vermemek, arka plâna itmek.
gözden uzaklaşmak * ayrılıp başka yere gitmek, görünmez olmak.
göze * Hücre.
* Su kaynağı.
göze almak * gelebilecek her türlü zararıve tehlikeyi önceden kabul etmek.
göze batmak * aşırıderecede görünür olmak.
* tedirgin etmek, uygunsuz veya yakışıksız görünmek.
* çekememezliğe yol açmak.
göze bilimi * Sitoloji, hücre bilimi.
göze çarpmak * dikkati üzerine çekmek.
göze diken olmak * herkesin kıskançlığıkendisine çevrilmek.
göze girmek * davranışve yetenekleriyle ilgi ve önem kazanmak.
göze görünmek * belli, açık olmak.

Bir yanıt yazın