göz önünde tutmak (veya bulundurmak) | * herhangi bir durumun nasıl bir sonuca yol açacağınıhesaba katmak, dikkate almak. |
göz önüne almak | * önceden düşünmek, hesaplamak, dikkate almak. |
göz önüne getirmek | * zihinde canlandırmak, tasarlamak. |
göz pencere | * Çatıkatlarında veya kapıüstlerinde yuvarlak veya oval biçimli, genellikle süslü küçük pencere. |
göz pınarı | * Gözün burun tarafındaki ucu. |
göz sevdası | * Yalnız bakmakla yetinilen aşk. |
göz süzmek | * baygın ve anlamlı bakmak. |
göz taşı | * Bazı göz, deri, bitki hastalıklarında ve bağcılıkta kullanılan, koyu mavi renkte zehirli bir tuz, bakır sülfat (Cu SO4). |
göz ucu | * Yan göz. |
göz ucuyla bakmak | * belli etmemeye çalışarak başını çevirmeden yandan bakmak. |
göz ucuyla bakmak | * yan gözle bakmak, farkettirmeden gözlemek. |
göz ucuyla görmek | * fark etmek. |
göz ucuyla süzmek | * iyice tanımak, bilmek veya dikkat çekmek amacıyla hafif kısık gözle incelemek, bakmak. |
göz var, izan var | * bir şeyin göz ve akıl yoluyla anlaşılacağınıanlatır. |
göz yıldırmak | * gözünü korkutmak. |
göz yoklaması | * Başkalarının dikkati onun üzerinde olmak, kendisini izleyenlerin değerlendirmesi dikkatlice görme, göz hapsinde tutma. |
göz yummak | * kusurları görmemezlikten gelmek, hoşgörmek, bağışlamak. * umudunu kesmek,umutsuzluğa düşmek. |
göz yummamak | * hiç uyumamak. * hoşgörmemek, bağışlamamak. |
göz yuvarı | * Kafatasında bir çukur içine yerleşmiş bulunan, gözün yuvarlak olan parçası. |
göz yuvası | * Göz yuvarlarının içinde bulunduklarıkemik oyuklardan her biri, göz evi. |
gözaltı | * Birinin, güvenlik kuvvetlerince belli bir yerde belli bir süre alıkonulması, nezaret. |
gözaltına almak | * birini güvenlik kuvvetlerince belli bir süre, belli bir yerde tutmak, nezarete almak. |
gözaydın etmek | * güzel bir olay için kutlamak, iyi dileklerde bulunmak. |
gözcü | * Gözlemek veya gözetlemek işini yapan kimse. * Göz hekimi. * Sınavda, sınavın kurallara uygun bir biçimde yapılmasınısağlayan kimse. |
gözcülük | * Gözcünün işi. * Göz hekimliği. |
gözcülük etmek | * kollamak, sağısolu kolaçan etmek. |
gözdağı | * Sonradan verilecek bir ceza ile korkutma, yıldırma, tehdit. |
gözdağıvermek | * sonradan verilecek bir ceza ile korkutmak, yıldırmak, tehdit etmek, caydırmaya çalışmak. |
gözde | * Benzerleri arasında nitelikleri sebebiyle üstün tutulan, beğenilen, önem verilen (kimse veya şey). * Önemli bir kimsenin beğendiği kadın. |
gözden çıkarmak | * bir mal, para, değer yargısıvb. maddî veya manevî varlığın elden çıkarılmasınıkabul etmek. |
gözden düşmek (veya düşürmek) | * sevgi ve ilgiyi yitirmek (veya yitirtmek). |
gözden geçirmek | * okumak. * niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak, incelemek, muayene etmek. * (araç, motor vb. için) çalışıp çalışmadığını inceleme, deneme, denetleme işi. |
gözden gönülden çıkarmak | * hiç önem vermemek, ilgisini kesmek. |
gözden ırak olan gönülden de ırak olur | * ayrıdüşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır. |
gözden kaçırmak | * dalgınlıkla görmemek. |
gözden kaçmak (veya gözünden kaçmak) | * görülmemek, farkına varılmamak. |
gözden kaybetmek | * görünmemek, ortadan çekilip gitmek. |
gözden kaybolmak | * ortadan çekilmek veya görünmez olmak. |
gözden nihan olmak | * görünmez olmak, kaybolmak. |
gözden sürmeyi çalmak (veya çekmek) | * hırsızlıkta çok becerikli, çok usta olmak. |
gözden uzak tutmak | * önem vermemek, arka plâna itmek. |
gözden uzaklaşmak | * ayrılıp başka yere gitmek, görünmez olmak. |
göze | * Hücre. * Su kaynağı. |
göze almak | * gelebilecek her türlü zararıve tehlikeyi önceden kabul etmek. |
göze batmak | * aşırıderecede görünür olmak. * tedirgin etmek, uygunsuz veya yakışıksız görünmek. * çekememezliğe yol açmak. |
göze bilimi | * Sitoloji, hücre bilimi. |
göze çarpmak | * dikkati üzerine çekmek. |
göze diken olmak | * herkesin kıskançlığıkendisine çevrilmek. |
göze girmek | * davranışve yetenekleriyle ilgi ve önem kazanmak. |
göze görünmek | * belli, açık olmak. |
Kategoriler