gözletme | * Gözletmek işi. |
gözletmek | * Gözlemek işini yaptırmak. |
gözleyici | * Gözlemci, müşahit, rasıt. |
gözleyiş | * Gözlemek işi veya biçimi. |
gözlü | * Herhangi bir biçimde veya renkte gözü olan. * Bölmesi veya gözleri olan. * Deliği olan. |
gözlük | * Görme bozukluğu olan gözlerin daha iyi görmesine veya gözleri korumaya yarayan, bir çerçeveye yerleştirilmişçift camdan oluşan araç. * Atların çevreden ürkmemeleri için gözlerinin iki yanına takılan siper. * Gözene. |
gözlük takmak | * gözlük kullanmak. * iyi görmek, dikkat etmek. |
gözlükçü | * Gözlük satan veya onaran kimse. * Gözlük satma ve onarma işlerinin yapıldığıdükkân. |
gözlükçülük | * Gözlük satma işi. * Gözlüğe cam takma, gözlük çerçevesi onarma işi. |
gözlüklü | * Gözlük takmışolan, gözlük kullanan. |
gözlüklü yılan | * Kobra. |
gözlüksüz | * Gözlüğü olmayan, gözlük takmamışolan. |
gözsüz | * Gözü olmayan. * Görmez, âmâ, kör. |
gözü (veya gözleri) kararmak | * başıdönmek, hafif baygınlık geçirmek. * umutsuzluğun veya aşırı bir isteğin etkisi altında ne yaptığını bilmez duruma gelmek. |
gözü (veya gözleri) üstünde (kalmak) | * kıskançlık sebebiyle herkesin ilgisini çekmek. * herkesin dikkatini çekmek. |
gözü aç | * Doymak bilmeyen, aç gözlü. |
gözü açık | * Uyanık, becerikli. |
gözü açık gitmek | * gerçekleşmesini çok istediği bir dileğine erişmeden ölmek. |
gözü açıklık | * fırsattan yararlanma, kurnazca davranma. |
gözü açılmak | * iyiyi kötüyü veya kendisine yarayanıayırt eder duruma gelmek. |
gözü akmak | * gözü yaralanıp kör olmak. |
gözü alışmak | * önceden iyi göremediği bir şeyi sonradan görür olmak. * bir şey ilk etkisini yitirmek, yadırganmaz olmak. |
gözü almamak | * bir işi becerebileceğine inanmamak, yadırganmaz olmak. |
gözü arkada kalmak | * bırakılan bir şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek. |
gözü bağlı | * Aymaz, gafil. * Sorup soruşturmaksızın, bakıp anlamadan. |
gözü bağlı olmak | * bağlanmak, tutulmak. * büyülenmiş bulunmak. |
gözü bir şeyde (veya bir şeyin üzerinde) olmak | * dikkati bir yerde toplanmak. |
gözü bulanmak | * bulanık görmeye başlamak. |
gözü büyükte olmak | * büyük emeller beslemek. |
gözü çıkasıca | * ilenç olarak söylenen söz. |
gözü çıkmak | * gözün kör olsun. |
gözü dalmak | * gözü bir noktaya dikili olarak dalgın bakmak. |
gözü dışarda | * Evine, eşine bağlı olmayıp başkalarıyla da ilişki kuran. |
gözü doymak | * çok istenen bir şeyin yeterli miktarıelde edildikten sonra daha çoğunu istememek. |
gözü dönesi | * “geberesi” anlamında bir ilenç. |
gözü dönmek | * aşırı bir isteğin, öfkenin etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek. |
gözü dumanlanmak | * öfkeden gözü hiçbir şey görmez duruma gelmek. |
gözü dünyayı görmemek | * hiç kimseye, hiçbir şeye önem, değer vermemek. |
gözü gibi sakınmak (saklamak veya esirgemek) | * bir şeye aşırı ilgi göstermek, önemle bakıp korumak. |
gözü gibi sevmek | * pek çok sevmek. |
gözü gitmek | * bir şeyi istemeden görmek, elinde olmayarak bakmak. |
gözü gönlü açılmak | * neşelenmek, ferahlamak. |
gözü gönlü tok | * Bkz. gönlü tok. |
gözü görmemek | * görmez olmak. * belli bir şeyden başka bir şeyle ilgilenmemek. * öfke sonucu en kötü şeyleri yapacak duruma gelmek. |
gözü görmez olmak | * artık ona değer vermemek. |
gözü göz değil | * iyi insan olmadığıyüzünden, bakışından belli oluyor. |
gözü hiçbir şey görmemek | * heyecana kapılıp başka hiçbir şeyle uğraşamaz duruma gelmek. |
gözü ısırmak | * bir kimseyi tanıyacak gibi olmak. |
gözü ilişmek | * birdenbire veya istemeden görmek. |
gözü kalmak | * elde edemediği bir şeye karşı isteği sürmek. * elde edemediği bir şeyi kıskanmak. |
Kategoriler