hikmet | * Bilgelik. * Felsefe. * Sebep, gizli sebep. * Tanrı’nın insanlarca anlaşılamayan amacı. * Özlü söz, vecize. * Fizik. |
hikmetinden sual olunmaz | * sonucunun sebebi sorulmaz, araştırılmaz; Tanrı’nın yaratıcı gücü karşısında sebep aranmaz. |
hikmetli | * Bilgece. |
hilâf | * Aykırı, karşıt, ters. * Yalan. |
hilâf olmasın | * yanılmıyorsam. |
hilâf yok | * yalan değil, yalan yok. |
hilâfet | * Halifelik. |
hilâfetçi | * Halifeliğin sürdürülmesinden yana olan kimse. |
hilâfetçilik | * Hilâfetçi olma durumu. |
hilâfıhakikat | * Gerçek dışı. |
hilâfsız | * Yalansız, inanılmaz ama gerçek. |
hilâl | * Ayça, yeni ay. * Çocukların okuma öğrenmeye başladıklarında satır ve sözleri şaşırmamak için söz üzerinde gezdirdikleri ucu sivri, uzunca bir gösterme aracı. |
hilâl gibi | * ince ve düzgün (kaş). |
hilâlî | * Hilâl biçiminde. |
hilâllemek | * Hilâl durumuna getirmek. |
hil’at | * Padişahların, gönül almak, ödüllendirmek için birine giydirdikleri değerli kumaşveya kürkten yapılmış kaftan. |
hile | * Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika. * Çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma. |
hile hurda bilmez | * kimseyi aldatmaz, doğru. |
hile yapmak | * aldatmak. * çıkar sağlamak amacıyla bir şeyin saflığını bozmak, değersiz bir şey karıştırmak. |
hilebaz | * Hileci. |
hileci | * Hile yapan, hile karıştıran, hilebaz, hilekâr. |
hilecilik | * Hileci olma durumu, hilekârlık. |
hileişeriye | * Çözümü güç bir hukukî sorunu hukuk kurallarınızedelemeden halletme. |
hilekâr | * Hileci. |
hilekârlık | * Hilecilik, dolandırıcılık. |
hileli | * Hilesi olan, içine hile karışmış, hile ile yapılmış. |
hileli iflâs | * Alacaklılarızarara sokmak amacıyla hileli işlemler yaparak gerçekleştirilen iflâs yolu. |
hilesi, hurdasıyok | * yalanı, dolanıyok. |
hilesiz | * Hile yapmayan, düzen bilmeyen. * Hilesi olmayan, içine hile karışmamış. |
hilkat | * Yaradılış, fıtrat. |
hilkaten | * Yaradılıştan. |
hilozoizm | * Canlıözdekçilik. |
hilye | * Hz. Muhammed’in şekil ve şemaili yazılılevha. |
himaye | * Koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk. * Kayırma, elinden tutma. |
himaye etmek | * korumak, kayırmak, gözetmek. |
himaye görmek | * (biri tarafından) korunmak, kayrılmak, gözetilmek. |
himayeci | * Korumacı. |
himayecilik | * Korumacılık. |
himayesine almak | * koruyucusu olmak, korumak. |
himayesiz | * Korumasız. |
himen | * Kızlık zarı. |
himmet | * Yardım, kayırma. * Çalışma, emek, gayret. * Lütuf. |
himmet etmek | * yardım etmek, emek vermek. |
himmetin var olsun | * teşekkür için söylenir. |
hin | * Kurnaz, cin fikirli (kimse). * Zaman, zamane. |
hindi | * Tavukgillerden, XV. yüzyılda evcilleştirilerek Amerika’dan bütün dünyaya yayılan kümes hayvanlarının en büyüğü (Meleagris gallopavo). * Aptal, şaşkın. |
hindi gibi kabarmak | * gururlanmak, kurumlanmak, büyüklük taslamak. |
hindiba | * Birleşikgillerden, yapraklarıhaşlanarak salata gibi yenebilen birkaç yıllık otsu bir bitki, güneğik (Cichorium endivia). |
hindici | * Hindi yetiştiren ve satan kimse. |
hindigiller | * AnavatanıAmerika olan tavuksu kuşlar takımı. |
Kategoriler