imalât | * Ham madde işlenerek yapılan her türlü mal. * İşlenerek yapılan üretim. |
imalât resmi | * Baskılıdevre levhasının delikler, yarıklar, profiller desenler ve onların yerleri ile son durumları gibi bazı özelliklerini belirten bir resim. |
imalâtçı | * Ham madde işleyerek mal üreten kimse veya kuruluş. |
imalâtçılık | * İmalâtçının işi veya mesleği. |
imalâthane | * Ham maddelerin işlenerek, mal olarak piyasaya sürülecek duruma getirildiği işyeri, yapım evi. |
imale | * Bir tarafa yatırma, eğme. * Kısa okunması gereken heceyi ölçüye uydurmak için uzun okuma. |
imale etmek | * eğmek, çevirmek. |
imale yapmak | * kısa heceyi uzun okumak. |
imalı | * Üstü kapalı, örtülü (söz veya davranış). |
imam | * Cemaate namaz kıldıran kimse. * Müslümanlıkta mezhep kuran kimse. * Hz. Muhammed’den sonra onun vekilliği görevini üzerine alan halifelere verilen unvan. * Bazıküçük İslâm devletlerinde devlet başkanı. * En önde bulunan, önder. |
imam evi | * Kadınlara özgü ceza evi. |
imam kayığı | * Tabut. |
imam nikâhı | * İslâm dinî kurallarına göre kıyılan dinî nikâh. |
imam nikâhlı | * İmam nikâhı olan. |
imam osurursa, cemaat sıçar | * yöneticilerin kötü bir işyapmaları, onların buyruğundakilerin daha kötü bir işyapmalarına yol açar. |
imam suyu | * Rakı. |
imambayıldı | * Bir çeşit zeytinyağlıpatlıcan yemeği. |
imame | * Tespihlerin baştarafına geçirilen uzunca parça. |
imamet | * İmamlık. |
imamlık | * İmam olma durumu. * İmamın görevi. |
iman | * Dinin ortaya koyduğu doğmalara inanma, din inancı, kutsal inanç, inanç, itikat. * İslâm dinine inanma. * Güçlü inanç, inan. |
iman etmek | * Tanrı’ya, dine inanmak. * güçlü bir inanç duymak. |
iman getirmek | * gönül rızasıyla Müslümanlığıkabul etmek. * yürekten inanmak. |
iman sahibi | * İnanmış, iman etmişkimse. |
iman tahtası | * Göğüs kemiği. |
imana gelmek | * Müslümanlığıkabul etmek. * en sonunda doğruyu söylemek. * sonradan bir şeyi kabul edip uymak. |
imana getirmek | * Müslümanlığıkabul ettirmek. * istenilen biçimde davranmayızorla kabul ettirmek. |
imanı gevremek (kısa söyleyişle) | * çok yorulmak veya sıkıntıçekmek. |
imanıyok (kısa söyleyişle) | * acımasız, insafsız. * kahrolası!. |
imanım (kısa söyleyişle) | * “kardeş, arkadaş!” anlamında bir sesleniş. |
imanına kadar (kısa söyleyişle) | * ağzına kadar, son kertesine kadar, tıka basa, alabildiğince. |
imaniye | * İnancılık, fideizm. |
imanlı | * İmanı olan, inançlı, mutekit. * İnsaflı, vicdanlı. |
imansız | * İmanı olmayan, inançsız, inansız. * İnsafsız, acımasız. |
imansız gitmek | * Tanrı’ya inanmadan ölmek. |
imansız peynir | * Yağıalınmışsüt, peynir veya yoğurt. |
imansızlık | * İmansız olma durumu, inançsızlık, inansızlık. |
imar | * Bayındırlık. * Bayındır duruma getirme, geliştirme. |
imar etmek | * bayındır durumuna getirmek, bayındırlaştırmak, geliştirmek. |
imaret | * İmarethane. |
imarethane | * Yoksullara ve öğrencilere yiyecek dağıtmak için kurulmuşhayır kurumu. |
imbat | * Yazın, gündüz denizden karaya doğru esen mevsim rüzgârı, deniz yeli. |
imbik | * Damıtmaya yarayan, damıtma işinde kullanılan araç, damıtıcı. |
imbikten çekmek | * damıtmak. |
imbisat | * Yayılma, genişleme. |
imbisat etmek | * yayılmak, genişlemek. |
imdada (veya imdadına) koşmak (veya yetişmek) | * çok zor ve tehlikeli bir anda yardım etmek. |
imdat | * Tehlikede olana yapılan yardım. * Yetişin! Kurtarın. |
imdat etmek | * tehlikede olan birine yardım etmek. |
imdat ummak | * yardım beklemek. |
Kategoriler