kalınlaşmak | * Kalın duruma gelmek. |
kalınlaştırma | * Kalınlaştırmak işi veya durumu. |
kalınlaştırmak | * Kalın duruma getirmek. |
kalınlatma | * Kalınlatmak işi. |
kalınlatmak | * Kalınlaştırmak. |
kalınlık | * Kalın olma durumu. * (cisimler için) Uzunluk ve genişlik dışında üçüncü boyut. |
kalınma | * Kalınmak işi veya durumu. |
kalınmak | * (bir kimse için) Kalmak. |
kalıntı | * Artıp kalan şey, bakiye. * Bir kentten veya mimarlık eserinden artakalan bölüm, yıkıntı, harabe, enkaz. * İz, işaret. * Bir toplum, kültür, uygarlık vb.den artakalan şey. |
kalıp | * Bir şeye biçim vermeye veya eski biçimini korumaya yarayan araç. * Genellikle küp biçiminde bir kalı ba dökülerek yapılmışolan. * Biçki modeli, patron. * Belirli bir biçim. * Gösterişli görünüş. * Biçim, durum. |
kalıp gibi | * durumunu bozmadan. |
kalıp gibi oturmak | * (giysi) vücuda tam uymak. |
kalıp gibi serilmek | * (yorgunluktan) upuzun yatmak. |
kalıp gibi uyumak | * kımıldamadan uzun ve derin bir uyku uyumak. |
kalıp kesilmek | * olduğu gibi kalmak. |
kalıp kıyafet | * Dışgörünüş. |
kalıp sigarası | * Sigara sarma makinesinden çıkmışsigara. |
kalıpçı | * Kalıp yapan veya satan kimse. * Görevi herhangi bir şeyi kalı ba vurmak olan kimse. * (yapı işlerinde) Beton kalıplarınıyapan kimse. |
kalıpçılık | * Kalıpçının yaptığı iş. |
kalıplama | * Kalıplamak işi. |
kalıplamak | * Biçimi bozulmuş bir şeyi düzeltmek için kalı ba geçirmek, kalı ba vurmak. |
kalıplanma | * Kalıplanmak işi. |
kalıplanmak | * Belli bir kalıp verilmek, kalı ba vurulmak. |
kalıplaşma | * Kalıplaşmak işi. |
kalıplaşmak | * Belli bir biçim almak, klişeleşmek. * Görevini yitirmek: birisi, hepisi kelimelerindeki -i iyelik eki kalıplaşmıştır. |
kalıplaşmış | * Durumunu sürdüren, belli bir durumun dışına çıkmayan. |
kalıplatma | * Kalıplatmak işi. |
kalıplatmak | * Kalı ba vurdurmak. |
kalıplı | * Kalıplanmışolan. * Düzgün, biçimli. |
kalıplıkıyafetli | * Gösterişli, bakımlı. |
kalıpsız | * Kalıplanmışolan. * Biçimsiz, düzgün olmayan. |
kalıpsız kıyafetsiz | * Gösterişsiz, bakımsız. |
kalıptan kalı ba girmek | * çıkar sağlamak için her duruma uymak. |
kalır yeri yok | * ayrımsız, farksız. |
kalış | * Kalmak işi veya biçimi. |
kalıt | * Ölen bir kimseden yakınlarına geçen mal veya mülk, miras. * Kalıtım yoluyla geçmişolan şey. * Görenekler yoluyla yerleşmişolan tutum veya davranış biçimi. |
kalıtçı | * Bir kalıttan yasalar gereğince yararlanan kimse, mirasçı, varis, muris. |
kalıtım | * Çevre etkileriyle köklü olarak değiştirilemediğine inanılan özelliklerin, döllenme sırasında, dişi ve erkeğin kromozomlarıyoluyla bir kuşaktan ötekine geçmesi, soya çekim, irsiyet, veraset. |
kalıtım bilimi | * Bitki, hayvan ve insanların kalıtım olaylarını inceleyen bilim, genetik. |
kalıtımsal | * Soydan geçme, soydan kalma, kalıtımla ilgili, ırsî. |
kalıtsal | * Kalıtımsal, ırsî. |
kalıtsallık | * Kalıtsal olma durumu. |
kaliborit | * Hidratlıdoğal sodyum ve magnezyum boratı. |
kalibraj | * Ayarlama. |
kalibrasyon | * Ölçü, ayar. |
kalibrasyon testi | * Doğru ölçüm için yapılan, uygulama veya işlem. |
kalibre | * Mermilerde, ateşli silâhlarda çap. |
kalifiye | * Bir şeyi yapabilme niteliğini ve ustalığınıkazanmışolan, nitelikli. |
kalifiye işçi | * İstenilen nitelikleri taşıyan, iyi yetişmişusta işçi, nitelikli işçi, vasıflı isçi. |
kaliforniyum | * Atom numarası98, atom ağırlığı244 olan, aktinit grubundan yapay bir radyoaktif element. KısaltmasıCf. |
Kategoriler