kefe | * Semercilerin kullandığı bir tür araç. |
kefek | * Kefeki. |
kefeki | * Yapılarda kullanılan açık renkli, delikli, hafif, işlenmesi kolay, ateşe dayanıklı bir tür taş. * Dişlerin diplerinde ve kaplarda oluşan kireç tabakası. |
kefeki tutmak | * küflenmek. |
kefekiye dönmek | * delik deşik olmak. |
kefeleme | * Kefelemek işi. |
kefelemek | * (atı) Kefe (II) ile silip tüylerini parlatmak. |
kefeli | * Kefesi olan. |
kefen | * Gömülmeden önce ölünün sarıldığı beyaz bez, kefin. |
kefenci | * Cenaze gereçleri satan kimse. * Zorba. |
kefeni boynunda olmak | * her an ölümü göze almak. |
kefeni yırtmak | * ağır bir hastalıkta ölüm tehlikesini atlatmak. |
kefenin cebi yok | * mal veya para “ölürken götürülmez” anlamında cimriler için söylenir. |
kefenleme | * Kefenlemek işi veya durumu. |
kefenlemek | * Ölüye kefen sarmak, tekfin etmek. |
kefenleyiş | * Kefenlemek işi veya biçimi. |
kefenli | * Kefene sarılmış. * Kefene sarılarak. |
kefenlik | * Kefen olarak kullanılmaya elverişli (bez). |
kefenlik para | * Ölüm durumunda gerekli masrafların görülmesi için ayrılmışpara. |
kefensiz | * Kefene sarılmamış. * Kefene sarılmadan. |
kefere | * Müslüman olmayanlar, kâfirler. |
kefil | * Borçlu borcunu ödemediğinde veya bir kimse verdiği sözü yerine getirmediğinde bütün sorumluluğu üzerine alan kimse. |
kefil göstermek | * bir işiçin gerekli olan kefili bulmak. |
kefil olmak | * borçlu borcunu ödemediğinde veya bir kimse verdiği sözü yerine getirmediğinde bütün sorumluluğu üzerine almak. |
kefillik | * Kefil olma durumu, kefalet. |
kefin | * 343 kefen. |
kefir | * Özel bir maya mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek. |
kefiye | * Arapların kullandığıve omuzlarıda örten, püsküllü erkek başörtüsü. |
kefne | * Çuvaldız veya kalın iğne ile işişleyen kimsenin eline geçirdiği demirli kayış. |
kehanet | * Bir olayın gerçekleşeceğini önceden bilme, kâhinlik. |
kehanette bulunmak | * kâhinlik yapmak. |
Kehkeşan | * Samanuğrusu, Samanyolu. |
kehle | * Bit. |
kehribar | * Süs eşyasıyapımında kullanılan, açık sarıdan kızıla kadar türlü renklerde, yarısaydam, kolay kırılır ve bir yere hızlıca sürtüldüğünde hafif cisimleri kendine çeken, fosilleşmişreçine, samankapan. * Bu maddeden yapılmış. |
kehribar balı | * Sarıve saydam bal. |
kehribar gibi | * sapsarı, koyu sarı. |
kehribarcı | * Kehribardan tespih, ağızlık gibi şeyler yapan veya satan kimse. |
kek | * Yumurta, un ve şekerden, genellikle içine çekirdeksiz kuru üzüm veya kakao vb. konularak yapılan, fırında pişirilen tatlıçörek. * Tane ve tohumların, etin veya balığın yağınıveya diğer sıvılarınıçıkarmak için mekanik sıkılmalarıyla oluşan fiziksel form. |
kekâ | * Keyifli bir durum anlatılırken “ne güzel, ne iyi” anlamında söylenir. |
kekâh | * Bkz. kekâ. |
keke | * Kekeme. |
kekeç | * Kekeme. |
kekeleme | * Kekelemek işi. |
kekelemek | * Damak sesleriyle başlayan kelimeleri ve heceleri tekrarlayarak ve keserek konuşmak. * Ne söyleyeceğini şaşırıp kelimeleri birbirine karıştırmak. |
kekeleyiş | * Kekelemek işi veya biçimi. |
kekelik | * Kekemelik. |
kekeme | * Damak sesleriyle başlayan kelimeleri ve heceleri tekrarlayarak birdenbire söyleyen ve keserek konuşan, keke. |
kekemeleşme | * Kekemeleşmek işi. |
kekemeleşmek | * Kekeme durumuna gelmek. |
kekemelik | * Kekeme olma durumu, rekâket. |
Kategoriler