Kategoriler
K SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük K Sayfa 73

kefe * Semercilerin kullandığı bir tür araç.
kefek * Kefeki.
kefeki * Yapılarda kullanılan açık renkli, delikli, hafif, işlenmesi kolay, ateşe dayanıklı bir tür taş.
* Dişlerin diplerinde ve kaplarda oluşan kireç tabakası.
kefeki tutmak * küflenmek.
kefekiye dönmek * delik deşik olmak.
kefeleme * Kefelemek işi.
kefelemek * (atı) Kefe (II) ile silip tüylerini parlatmak.
kefeli * Kefesi olan.
kefen * Gömülmeden önce ölünün sarıldığı beyaz bez, kefin.
kefenci * Cenaze gereçleri satan kimse.
* Zorba.
kefeni boynunda olmak * her an ölümü göze almak.
kefeni yırtmak * ağır bir hastalıkta ölüm tehlikesini atlatmak.
kefenin cebi yok * mal veya para “ölürken götürülmez” anlamında cimriler için söylenir.
kefenleme * Kefenlemek işi veya durumu.
kefenlemek * Ölüye kefen sarmak, tekfin etmek.
kefenleyiş * Kefenlemek işi veya biçimi.
kefenli * Kefene sarılmış.
* Kefene sarılarak.
kefenlik * Kefen olarak kullanılmaya elverişli (bez).
kefenlik para * Ölüm durumunda gerekli masrafların görülmesi için ayrılmışpara.
kefensiz * Kefene sarılmamış.
* Kefene sarılmadan.
kefere * Müslüman olmayanlar, kâfirler.
kefil * Borçlu borcunu ödemediğinde veya bir kimse verdiği sözü yerine getirmediğinde bütün sorumluluğu
üzerine alan kimse.
kefil göstermek * bir işiçin gerekli olan kefili bulmak.
kefil olmak * borçlu borcunu ödemediğinde veya bir kimse verdiği sözü yerine getirmediğinde bütün sorumluluğu
üzerine almak.
kefillik * Kefil olma durumu, kefalet.
kefin * 343 kefen.
kefir * Özel bir maya mantarıyla keçi veya inek sütünün mayalanmasıyla hazırlanan ekşi içecek.
kefiye * Arapların kullandığıve omuzlarıda örten, püsküllü erkek başörtüsü.
kefne * Çuvaldız veya kalın iğne ile işişleyen kimsenin eline geçirdiği demirli kayış.
kehanet * Bir olayın gerçekleşeceğini önceden bilme, kâhinlik.
kehanette bulunmak * kâhinlik yapmak.
Kehkeşan * Samanuğrusu, Samanyolu.
kehle * Bit.
kehribar * Süs eşyasıyapımında kullanılan, açık sarıdan kızıla kadar türlü renklerde, yarısaydam, kolay kırılır ve bir
yere hızlıca sürtüldüğünde hafif cisimleri kendine çeken, fosilleşmişreçine, samankapan.
* Bu maddeden yapılmış.
kehribar balı * Sarıve saydam bal.
kehribar gibi * sapsarı, koyu sarı.
kehribarcı * Kehribardan tespih, ağızlık gibi şeyler yapan veya satan kimse.
kek * Yumurta, un ve şekerden, genellikle içine çekirdeksiz kuru üzüm veya kakao vb. konularak yapılan, fırında
pişirilen tatlıçörek.
* Tane ve tohumların, etin veya balığın yağınıveya diğer sıvılarınıçıkarmak için mekanik sıkılmalarıyla
oluşan fiziksel form.
kekâ * Keyifli bir durum anlatılırken “ne güzel, ne iyi” anlamında söylenir.
kekâh * Bkz. kekâ.
keke * Kekeme.
kekeç * Kekeme.
kekeleme * Kekelemek işi.
kekelemek * Damak sesleriyle başlayan kelimeleri ve heceleri tekrarlayarak ve keserek konuşmak.
* Ne söyleyeceğini şaşırıp kelimeleri birbirine karıştırmak.
kekeleyiş * Kekelemek işi veya biçimi.
kekelik * Kekemelik.
kekeme * Damak sesleriyle başlayan kelimeleri ve heceleri tekrarlayarak birdenbire söyleyen ve keserek konuşan,
keke.
kekemeleşme * Kekemeleşmek işi.
kekemeleşmek * Kekeme durumuna gelmek.
kekemelik * Kekeme olma durumu, rekâket.

Bir yanıt yazın