lâterit | * Sıcak, nemli iklimlerde oluşan, parlak kırmızıveya kahverengiye çalan kırmızırenkli, demir oksit ve alüminyum bakımından zengin toprak. |
lâteritli | * Özünde lâterit bulunduran. |
lâterna | * Kolu çevrilerek çalınan, sandık biçiminde bir tür org. |
lâternacı | * Lâterna yapan, satan veya çalan kimse. |
lâtif | * Yumuşak, hoş, ince bir güzelliği olan. |
lâtifçe | * Lâtif olarak, hoş. |
lâtife | * Şaka. |
lâtife etmek | * şaka etmek. |
lâtife götürmek | * şaka kaldırmak. |
lâtife lâtif gerek | * şaka yaparken bile incelikten ayrılmamak gerek anlamında kullanılır. |
lâtifeci | * Şakacı. |
lâtiflik | * Lâtif olma durumu. |
lâtifundia | * İlkel yöntemlerle ve düşük verimle işletilen geniştarım alanları. |
lâtifundiacılık | * Lâtifundia sistemi ile geniştarım alanlarını işletme yöntemi veya biçimi. |
lâtilokum | * Bkz. lokum. |
Lâtin | * İtalya’da Lâtium bölgesi halkından olan kimse. * 343 Lâtin halkları. * Lâtinlerle ilgili olan (şey). |
Lâtin çiçeği | * Lâtin çiçeklerinden, kalkan biçiminde yuvarlak yapraklı, sarıve kırmızıçiçekli, bir süs bitkisi (Tropeoalum). |
Lâtin çiçeğigiller | * İki çeneklilerden, örneği Lâtin çiçeği olan bir familya. |
Lâtin çiçekleri | * Bkz. Lâtin çiçeği. |
Lâtin dilleri | * Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce gibi dillerin ortak adı. |
Lâtin halkları | * Dilleri Lâtinceden türemişİtalyan, Fransız, İspanyol, Portekiz halkları. |
Lâtin yelkeni | * Bir serene bağlanarak direğe eğik bir durumda kaldırılan üçgen yelken. |
Lâtince | * Lâtin dili. |
Lâtinlik | * Lâtin gibi olma, davranma. |
lâubalî | * Saygısız, çekinmesi olmayan. * Senli benli, teklifsiz. * Aşırısamimî, teklifsizce. |
lâubalî olmak | * aşırısamimî veya teklifsizce davranmak. |
lâubalice | * Lâubaliye yakın. |
lâubalîleşme | * Lâubalîleşmek işi. |
lâubalîleşmek | * Lâubalî davranışta bulunmak. |
lâubalîlik | * Lâubalî olma durumu veya lâubalîye yakışır davranış. |
lâubaliyane | * Saygısızca, terbiyesizce. |
lâv | * Yanardağların püskürme sırasında yeryüzüne çıkardıklarıdünyanın derinliklerinden gelen kızgın, erimiş maddeler. |
lâv silâhı | * Uzun menzilli, ateşli bir silâh türü. |
lâv taşması | * Lâvın püskürme sırasında yanardağağzından çıkarak alçak yerlere doğru yayılması. |
lâva | * Herhangi bir yere yanaşmışfilikanın kürek çekmeksizin ilerlemesi için verilen emir. |
lâva etmek | * bir filikayı ilerletmek. * birini çekiştirmek. |
lâvabo | * Üzerinde sıcak ve soğuk su muslukları bulunan, porselen, emaye veya sacdan yapılmış, el, yüz, bulaşık yıkamaya yarar, çukur yer veya eşya. * Lokanta, gar gibi yerlerde bu düzenin bulunduğu yer. * Ayak yolu, helâ, yüz numara, tuvalet. |
lâvabo bataryası | * Lâvabolarda kullanılan birkaç aygıtın bir araya getirilerek belirli biçimde eklenmesinden oluşan takım. |
lâvabo musluğu | * Lâvaboya gelen soğuk ve sıcak suyu açıp kapayan ve akmasınıayarlayan musluk. |
lâvaj | * (metalürjide) Bir işlem sonrası, metal yüzeyleri su ile yıkama. * Bir organısu vererek yıkayıp temizleme. |
lâvaj yapmak | * herhangi bir organımikroplardan temizlemek amacıyla yıkamak, arıtmak. |
lâvanta | * Lâvanta çiçeğinden yapılan ispirtolu esans. |
lâvanta çiçeği | * Ballı babagillerden, mavi veya mor renkli çiçekleri koku sanayiinde kullanılan bir bitki (Lavandula angustifolia). |
lâvanta mavisi | * Lavanta rengindeki mavi. |
lâvantacı | * Lâvanta yapan veya gezici olarak esans satan kimse. |
lâvantacılık | * Lâvanta yapma ve satma işi. |
lâvantalık | * Lâvanta kokusunu koymaya yarayan şişe. |
lâvantin | * Lâvanta çiçeğinin bir başka türü. |
lâvaş | * Mayalıhamurdan tandırda pişirilerek yapılan ve yapıldığıyere göre büyüklüğü değişen ince ekmek türü. * Yufka inceliğinde açılmışuzun sade pide. |
lâvdanom | * İçinde afyon bulunan sulu bir ilâç. |
Kategoriler