lâvman | * Kalın bağırsağıanüs yoluyla su fışkırtarak yıkama. * Bu işiçin kullanılan alet ve sıvı. |
lâvrensiyum | * Bkz. lorentiyum. |
lâvrovit | * Piroksen grubundan doğal silikat. |
lâvsonit | * Hidratlıalüminyum ve kalsiyum çift silikatı. |
lâvta | * Mızrapla çalınan, gövdesi uttan küçük bir çalgı. |
lâvta | * Ebe. * Doğacak çocuğu ana rahminden çekmeye yarayan alet. * Erkek doğum hekimi. |
lâvtacı | * Lâvta (I) çalan kimse. |
lâvtacılık | * Lâvtacının mesleği. |
lâyemut | * Ölümsüz, ölmez. |
lâyenkati | * Kesintisiz, aralıksız. |
lâyığını bulmak | * dengini, yaraşır eşini bulmak. * hak ettiği cezayı bulmak. |
lâyık | * Nitelikleri, özü, hareketleri, davranışlarıyla bir şeyi elde etmeye hak kazanmışolan; bir kimseye uygun olan yaraşan. |
lâyık görmek | * yakıştırmak, uygun görmek. |
lâyık olmak | * hak kazanmışolmak. * Uygun olmak. |
lâyıkıyla | * Gerektiği gibi, gerektiğince. |
lâyiha | * Herhangi bir konuda bir görüşve düşünceyi bildiren yazı. * Tasarı. |
lâytmotif | * Bir eserde, bir duyguyu, bir düşünceyi veya kişiliği göstermek için sürekli tekrarlanan motif, ana motif. * Bir edebî eserde, bir kültür ürününde pek çok tekrarlanan formül. |
lâyuhti | * Hata işlemeyen, yanlışyapmayan. |
Lâz | * Güney Kafkasyalı bir halk veya bu halktan olan kimse. * Bu halkla ilgili olan. |
lâza | * Bal koymaya yarayan küçük tekne. |
lâzanya | * Bir çeşit İtalyan makarnası. |
Lâzca | * Lâzların kullandığıdil. |
lâzer | * Çok güçlü ışık pırıltıları oluşturan, iletişimde ve biyolojide yararlanılan ışık kaynağı. |
lâzım | * Gerek, gerekli. * Geçişsiz (fiil). |
lâzım gelmek (veya olmak) | * gerekmek. |
lâzıme | * Yapılması gerekli olan şey. * Gerekçe. |
lâzımlık | * Oturak. |
lâzlık | * Lâz olma durumu, lâz gibi davranma. |
lâzut | * Mısır. |
le | * Türk alfabesinin on beşinci harfinin adı. |
-le | * Bkz. -la / -le. |
-le | * 343 -la / -le. |
leb | * “Daha söze başlanırken ne denmek istenildiğini çabucak anlamak” anlamında leb demeden lebleyi anlamak deyiminde geçer. |
lebalep | * Ağzına kadar dolmuş(olarak), silme. |
lebbeyk | * Buyrun, efendim, emredin. |
lebiderya | * Deniz kenarı. |
leblebi | * Dışkabuğu çıkarıldıktan sonra fırında kavrulup eğlencelik olarak yenen nohut. |
leblebi şekeri | * İçinde leblebi olan şeker. |
leblebici | * Leblebi yapan veya satan kimse. |
leblebicilik | * Leblebi yapma veya satma işi. |
leblebiden nem kapmak | * en küçük bir olay veya davranıştan olumsuz etkilenmek. |
leçe | * Taşlıtarla. |
leçek | * Başörtüsü, yün atkı. |
leçelik | * Leçe. |
ledün | * Tanrıkatı. |
ledün ilmi | * Tanrı ile ilgili bilgi. |
lef | * İçine sokma, iliştirme. |
lef etmek | * Bkz. leffetmek. |
leffetme | * Leffetmek işi veya durumu. |
leffetmek | * İçine sokmak, iliştirmek. |
Kategoriler