Nuh nebiden kalma | * çok eski, modasıçoktan geçmişolan. |
nuhuset | * Uğursuzluk, kademsizlik, şeamet, kötü, berbat. |
nukut | * Paralar. |
numara | * Bir şeyin bir dizi içindeki yerini gösteren sayı, rakam. * Ölçü, derece. * Benzer şeyleri ayırt etmek için her birinin üzerine işaret olarak yazılan sayı. * Öğrenciye verilen not. * Bir telefonun açılmasınısağlayan sayılar. * Eğlendirici oyunlardan her biri. * Hile, düzen. * Okullarda öğrencileri birbirinden ayırt etmek için her birine verilen sayı. |
numara yapmak | * bir hareketi yalandan yapmak veya yapar gibi görünmek. |
numaracı | * Davranışlarıyapmacıklı olan (kimse). |
numaracılık | * Numaracının işi. |
numaralama | * Numaralamak işi. |
numaralamak | * Bir veya daha fazla sıra numarasıyla göstermek, numara koymak. |
numaralandırma | * Numaralandırmak işi. |
numaralandırmak | * Numara vermek, numaralamak işini yaptırmak. |
numaralanış | * Numaralanmak işi veya biçimi. |
numaralanma | * Numaralanmak işi. |
numaralanmak | * Numaralamak işine konu olmak. |
numaralayış | * Numaralamak işi veya biçimi. |
numaralı | * Numarası olan. * Belli bir numarası olan. |
numarasınıvermek | * bir kimse için kötü bir kanıya varmak. |
numarasız | * Numara verilerek belirtilmemiş. * (gözlük veya gözlük camı için) Gözün görme gücünü artırma özelliği bulunmayan. |
numen | * Nesnenin kendisi, görüngü karşıtı; Kant’ın modern felsefesinde, insanlar duyularla bağlı olduğundan nesnenin görünüşünü, olayları bilebilir, nesnenin özünü bilemezler, onu yalnız düşünebilirler. |
numune | * Örnek. |
numunelik | * Örneklik. |
nur | * Aydınlık, ışık, parıltı. * İlahî bir güç tarafından gönderildiğine inanılan parlaklık. |
nur gibi | * parlak, pırıl pırıl. |
nur içinde yatsın | * sevgiyle anılan ölüler için söylenir. |
nur inmek | * kutsal bir yere gökten ilâhî ışık yağmak. |
nur ol! | * beğenme, alkışsözü. |
nur topu gibi | * sağlıklı, çok güzel ve temiz (çocuk). |
nur yüzlü | * Saygıuyandıran, pak yüzlü ihtiyarlardan söz ederken kullanılır. |
nuranî | * Işıklı. * Saygıuyandıran, nurlu. |
nurlandırma | * Nurlandırmak işi veya biçimi. |
nurlandırmak | * Nur gibi yapmak, parlak ve tertemiz bir duruma getirmek. |
nurlanış | * Nurlanmak işi veya biçimi. |
nurlanma | * Nurlanmak işi. |
nurlanmak | * Işık içinde kalmak. * Temiz, parlak bir duruma gelmek. |
nurlu | * Aydınlık, ışıklı, parlak. * Saygıuyandıran, temiz, nuranî. |
nursuz | * Saygıuyandırmayan, sevimsiz. |
nursuz pirsiz | * Sevimsiz, bakımsız. |
nuruaynım | * Gözümün nuru. |
nuruçeşmim | * Gözümün nuru. |
nurudidem | * Nur yüzlüm. |
Nusayrî | * Hatay ili ve çevrelerinde yaşayan bir Türk topluluğuna eskiden verilen ad. |
nutku tutulmak | * korkudan, şaşkınlıktan ve öfkeden konuşamaz olmak. |
nutuk | * Söz, konuşma. * Söylev. |
nutuk atmak (veya çekmek) | * bir kimsenin uzun, sıkıcı bir konuşma yaptığınıveya özden yoksun bir söylev verdiğini belirtmek için kullanılan küçümseyici bir söz. |
nutuk vermek | * bir konuda özel olarak hazırlanıp konuşmak. |
nü | * Çıplak. |
nüans | * Ayırtı, çalar, fark. |
nübüvvet | * Nebilik, savacılık, peygamberlik. |
nüfus | * Kişi. * Bir ülkede, bir bölgede, bir evde belirli bir anda yaşayanların oluşturduğu toplam sayı. * Ortak bir özellik gösteren kimselerin bütünü. |
nüfus bilimci | * Nüfus bilimiyle uğraşan kimse, demograf. |
Kategoriler