oduncul | * Odunla beslenen böcek. |
odunculuk | * Odun kesme ve satma işi. |
odunlaşma | * Bazı bitki hücrelerinde odun özü denilen bir kimyasal madde alarak odunsu bir duruma girmeleri olayı. * Kabalaşma. |
odunlaşmak | * (bitkilerde) Odun durumuna gelmek. * Kabalaşmak. |
odunluk | * Odun konulan yer. * Odun durumuna getirilip yakılmaya elverişli (ağaç). * Kabalık, anlayışsızlık. |
odunsu | * Oduna benzeyen, odunu andıran. |
odunumsu | * Oduna benzer, odun gibi. * Kaba, iri, heybetli. |
odyometre | * İşitme organıve sisteminin niteliklerini değerlendiren, işitmeyi ölçen araç. |
odyovizüel | * Görsel-işitsel. |
of | * Sıkıntı, bezginlik, usanç, acı gibi duyguları bildirir. |
of çekmek | * oflamak. |
ofis | * İşyeri, daire, büro. |
oflama | * Oflamak işi. |
oflamak | * “Of” diyerek sıkıntı, bezginlik, usanç, acıveya yorgunluk duyduğunu belli etmek. |
oflatıp puflatmak | * bunaltıp sıkıntıçekmeye sebep olmak. |
oflaya puflaya | * sıkılarak, acıçekerek, bunalarak. |
oflaz | * İyi, güzel, mükemmel. |
ofris | * Salepgillerden, çiçekleri sinek, örümcek gibi birtakım böcekleri andıran, yumrulu, otsu bir bitki (Ophrys). |
ofsayt | * Futbolda hücuma geçen takımın en az bir oyuncusunun topla oynandığı anda rakip takımın kale çizgisine, o takımın en yakın oyuncusundan daha yakın bulunmasıdurumu. |
ofset | * Kalıp izlerini önce kauçuğa, kauçuktan da kâğıda geçirmeye dayanan çift kopyalı baskıyöntemi, düz baskı. |
ofsetçi | * Ofset baskıyapan kimse. |
oftalmolog | * Göz hekimi. |
oftalmoloji | * Göz hekimliği. |
oftalmoskop | * Gözün içini aydınlatıp görmek ve gözü muayene etmek için kullanılan ayna. |
oğalamak | * Bkz. ovalamak. |
Oğan | * Tanrı. |
oğdurmak | * Bkz. ovdurmak. |
Oğlak | * Zodyakta Yay ile Kova arasındaki burç, Cedi. 343 Zodyak. |
oğlak | * Keçi yavrusu. |
Oğlak dönencesi | * Güney yarıkürenin 230 27’lik enleminde, güneşin 23 Aralık’ta, öğle üzeri dimdik durduğu çember, kış dönencesi. |
oğlaklamak | * (keçi) Yavrulamak. |
oğlan | * Erkek çocuk. * Yetişkin erkek. * İskambil kâğıtlarında genç erkek resimli kâğıt, bacak, vale. * Cinsel bakımdan erkeklerin zevkine hizmet eden sapık erkek çocuk. |
oğlan evi | * Nişan, düğün gibi törenlerde erkek tarafının bulunduğu ev. |
oğlancı | * Erkeklerle cinsel ilişki kuran eş cinsel aktif erkek, kulampara. |
oğlancık | * Küçük oğlan çocuk. |
oğlancılık | * Oğlancı olma durumu, kulamparalık. |
oğmaç | * Bkz. ovmaç. |
oğmak | * Bkz. ovmak. |
oğul | * Erkek evlât. * Yaşlıkimselerin genç erkeklere söylediği bir seslenme. * Bazıkelimelerin anlamınıpekiştirmek için kullanılır. * Bey veya ana arıdenilen bir dişi arıyla kovandan çıkan arıtopluluğu. |
oğul balı | * Oğul arılarının yaptığı bal. * Bir büyük anneye veya büyük babaya göre oğuldan olan erkek torun. |
oğul çıkarmak | * bir kovan, yeni bir oğul arısıtopluluğu meydana getirmek. |
oğul oğul | * Gruplar hâlinde, bölük bölük. |
oğul otu | * Ballı babagillerden, 20-150 cm yükseklikte, tıpta yapraklarından yararlanılan çok yıllık ve otsu bir bitki, kovan otu, melisa (Melissa officinalis). |
oğul uşak | * Çocuklar ve torunlar. |
oğul vermek | * oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp ayrı bir kovana gitmek. |
oğulcuk | * Oğul sözünün sevgi bildiren küçültme veya okşama biçimi. * Döllenmişyumurtacığın gelişmeye başladığı andan dölüt olmasına kadar geçen süredeki adı, rüşeym, embriyon. * Bitki tohumlarında bir kökçük ile bir filizcikten oluşan ana bölüm. |
oğulduruk | * Döl yatağı. |
oğullanma | * Oğullanmak işi veya durumu. |
oğullanmak | * Arılar, oğul durumuna gelmek. |
oğullu | * Oğlu olan. |
Kategoriler