okuma yitimi | * Görmede hiçbir bozukluk olmadığıhâlde okuma yetisinin yok olması, aleksi. |
okumak | * Yazıya geçirilmiş bir metne bakarak bunu sessizce çözümleyip anlamak veya aynızamanda seslere çevirmek. * Bu biçimde yazılmışolan bir metnin iletmek istediği şeyleri öğrenmek. * Bir konuyu öğrenmek için okulda, bir öğretmenin yanında veya yazılışeyler üzerinde çalışmak, öğrenim görmek. * (şarkı, türkü veya şiir vb. için) Sesli olarak veya ezgi ile söylemek. * Bir şeyin anlamınıçözmek. * Bazı belirtilerle bir anlamı, gizli bir duyguyu anlamak, kavramak. * Hastalığı iyi edeceğini ileri sürerek okuyup üflemek, üfürükçülük etmek. * Bir yere çağırmak, davet etmek, okuntu göndermek. * Sövmek, küfretmek. |
okume | * Afrika’da yetişen, kerestesi parlak, öz odunu mor, dışodunu pembe renkli bir ağaç (Aucoumea). |
okumuş | * Okuyarak bilgisini genişletmiş, öğrenim görmüş(kimse). |
okumuşolmak | * okunmuşgibi görünmek, öyle farzedilmek. |
okumuşluk | * Okur yazar, öğrenim görmüşolma durumu. |
okunaklı | * (yazı için) Açık ve düzgün harflerle yazılmış, kolaylıkla okunabilen. |
okunaksız | * (yazı için) Güçlükle okunabilen, düzgün olmayan. |
okunma | * Okunmak işi. |
okunmak | * Okumak işine konu olmak. * Okunulmak. * Belli olmak, açıkça görünmek. |
okuntu | * Çağrıkâğıdı, çağrılık, davetiye. |
okunulma | * Okunulmak işi veya durumu. |
okunulmak | * Okumak işi yapılmak. |
okunuş | * Okunmak işi veya biçimi. |
okur | * Okuyan kimse, okuyucu, kari. |
okuryazar | * Okumasıyazması olan, öğrenim görmüş(kimse). |
okuryazarlık | * Okuryazar olma durumu. |
okus pokus | * Dolap, düzen, hile. |
okutma | * Okutmak işi. |
okutmak | * Okumasını, öğrenim görmesini sağlamak. * Okumak işini yaptırmak. * Ders vermek, bir konu üzerinde yetiştirmek. * Satarak elinden çıkarmak. |
okutman | * Üniversitede yabancıdil, Türkçe, tarih öğretimi ile görevlendirilen, uygulamalıçalışmalarıyöneten öğretim üyesi yardımcısı, lektör. |
okutmanlık | * Okutmanın görevi, lektörlük. |
okutturma | * Okutturmak işi. |
okutturmak | * Okutmak işini yaptırmak. |
okutulma | * Okutulmak işi. |
okutulmak | * Okutmak işine konu olmak. |
okutuş | * Okutmak işi veya biçimi. |
okuyucu | * Sürekli olarak gazete, dergi vb. okuyan, okur, kari. * Şarkı, türkü okuyan kimse, şarkıcı, türkücü. * Düğüne çağrıyapan kimse. |
okuyup üflemek | * dinî inanca göre bir duayı okuduktan sonra, üfleyerek ruhlara yollamak. |
okuyuş | * Okumak işi veya biçimi. |
oküler | * Optik aletlerinde objektiften aldığıışınları göze veren mercek sistemi. |
okültizm | * Bkz. gizlicilik. |
okyanus | * Kıtaları birbirinden ayıran engin, açık deniz, ana deniz, umman. |
okyanus çukuru | * 3000-4000 m derinlikten 6000-7000 m derinliğe kadar devam eden deniz dibi çukuru. |
okyanus mavisi | * Koyu mavi. |
ol | * O gösterme sıfatı. |
ola | * acaba, sahi, bulunabilir. |
ola ki | * olabilir ki, belki. |
olabilir | * Gerçekleşme imkânı bulunan, olur, mümkün, kabil. |
olabilirlik | * Olasılık, ihtimal. |
olabilme | * Olabilmek işi veya durumu. |
olabilmek | * Gerçekleşmesi mümkün olmak, uygulanabilir olmak. |
olacak | * Olması, yapılmasıuygun olan. * Kendinden beklenilen davranışı gösteremeyen. * Olma, gerçekleşme olasılığı bulunan şey. * Olmasının önüne geçilemeyen durum. |
olacak gibi değil | * olamaz, olmuyor, olacağa benzemiyor. |
olagelme | * Olagelmek işi. |
olagelmek | * Sürmek, süregelmek, devam etmek. |
olağan | * Sık sık olan, olagelen, tabiî. * Alışılmışolan, normal. |
olağan dışı | * Olağan olmayan, gayri tabiî. |
olağanlaşma | * Olağanlaşmak işi. |
olağanlaşmak | * Olağan duruma gelmek. |
Kategoriler