oynatımcı | * Oynatım işiyle uğraşan kimse. |
oynatış | * Oynatmak işi veya biçimi. |
oynatma | * Oynatmak işi. |
oynatmak | * Oynamasını sağlamak. * Kımıldamasına yol açmak. * Herhangi bir canlıya istenilen hareketleri yaptırmak. * Korkutmak, heyecanlandırmak. * Herhangi bir ödevi yerine getirmeyerek karşıtarafı düzenle oyalamak. * Sahneye koymak. * Bir araç, gereç kullanmak. * Aklınıyitirmek. |
oynaya oynaya | * Sevine sevine, büyük bir sevinçle. |
oynayış | * Oynamak işi veya biçimi. |
oysa | * Aralarında karşıtlık, aykırılık bulunan iki cümleyi “tersine olarak, -diği hâlde” anlamlarıyla birbirine bağlar, hâlbuki. |
oysaki | * Oysa, hâlbuki. |
oyuk | * Oyulmuş, içi boşve çukur olan. * Oyulmuşyer. |
oyuklu | * Oyuğu olan, oyukları bulunan. |
oyulga | * Elle yapılan kalın, seyrek dikiş. |
oyulgalama | * Oyulgalamak işi. |
oyulgalamak | * (kumaş) Gelişi güzel dikmek. * Saplamak, sokmak. |
oyulgalanma | * Oyulgalanmak işi. |
oyulgalanmak | * Kumaşgelişigüzel dikilmek. * Birikmek, sıralanmak. |
oyulgama | * Elle yapılan kalın, seyrek, gelişigüzel dikiş. |
oyulgamak | * Oyulgalamak. |
oyulganma | * Oyulganmak işi. |
oyulganmak | * Bir şeyin içine iyice girmek. |
oyulma | * Oyulmak işi. |
oyulmak | * Oymak işi yapılmak. |
oyuluş | * Oyulmak işi veya biçimi. |
oyum | * Oymak işi. |
oyumlama | * Oyumlamak durumu veya biçimi. |
oyumlamak | * (bitki) Kök salmak, tutmak. |
oyun | * Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence. * Kumar. * Şaşkınlık uyandırıcıhüner. * Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi. * Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü. * Sahne veya mikrofonda oynamak için hazırlanmışeser, temsil, piyes. * Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma. * Hile, düzen, desise, entrika. * (güreşte) Hasmınıyenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket. * (teniste) Taraflardan birinin dört sayıkazanmasıyla elde edilen sonuç. |
oyun alanı | * Maçların yapıldığıyer. |
oyun almak | * oyunda kazanmak, sayısahibi olmak. |
oyun bağlamak | * güreşte rakibe bir oyun uygulayıp onu sonuçlandırmadan beklemek. |
oyun bozmak | * tasarlanmış bir işi yersiz ve vakitsiz olarak karıştırmak, plânlarıalt üst etmek. * mızıkçılık etmek. |
oyun çıkarmak | * başarılı oyun oynamak. |
oyun ebesi | * Çocuk oyunlarında oyunun başıveya cezalısı, ebe. |
oyun etmek | * kurnazlıkla birini aldatmak. |
oyun havası | * Kıvrak ritmli ezgi. |
oyun kâğıdı | * İskambil kâğıdı. |
oyun kurmak | * bir yarışmayıkazanmak için belirli bir taktik uygulamak. |
oyun kurucu | * (futbolda) Takımda, savunucular ile akıncılar arasında yer alan, görevi hem savunucular, hem de akıncılara yardım etmek olan üç oyuncudan her biri, haf. |
oyun masası | * Üzeri genellikle yeşil ile kaplanmışmasa. |
oyun oynamak | * birini aldatmak, kandırmak. |
oyun sahası | * Oyun alanı. |
oyun salonu | * Oyun masalarının bulunduğu genişoda. |
oyun vermek | * oyunda kaybetmek. |
oyun yapmak | * güreşte rakibe oyun uygulamak. |
oyun yazarı | * Tiyatro, radyo ve televizyonda sahnelenmek veya oynanmak üzere piyes, skeç türü eserler kaleme alan sanatçı. |
oyun yazarlığı | * Oyun yazma işi. * Oyun yazarının mesleği. |
oyuna çıkmak | * oyun için sahneye çıkmak. |
oyuna gelmek | * aldatılmak. |
oyuna getirmek | * birini tuzağa düşürmek, aldatmak. |
oyuna kurban gitmek | * bir hile, düzen sonunda zarara, iftiraya uğramak. |
oyunbaz | * Oynamayıseven. * Düzenci, hileci. |
Kategoriler