zanka | * İki atlıkızak. |
zanlı | * Sanık. |
zannetme | * Zannetmek durumu. |
zannetmek | * Sanmak. |
zanneyleme | * Zanneylemek işi veya durumu. |
zanneylemek | * Zannetmek. |
zannına düşmek | * sanmak. |
zannolunma | * Zannolunmak işi veya durumu. |
zannolunmak | * Öyle sanılmak. |
zaparta | * Saparta. |
zaping | * Geçgeç. |
zappino | * Geçgeç. |
zapt | * Zor kullanarak ele geçirme. * Tutma, hâkim olma. * Bkz. zabıt. |
zapt etmek | * zorla almak. * tutmak. * bir şeyi güç kullanarak önlemek. * yazıya geçirmek. * hatırında tutmak. * anlamak, kavramak, bütünüyle öğrenmek. |
zaptiye | * Osmanlıİmparatorluğunda toplum güvenliğini sağlamakla görevli askerî polis kuruluşu. * Bu kuruluştan olan er. |
zaptiye memuru | * Zabtiye. |
zapturapt | * Sıkıdüzen, disiplin. |
zapturapt altına almak | * düzeni ve disiplini sağlamak. |
zar | * İnce perde veya örtü. * Kadınların örtündükleri çarşaf, car. * İnce ve yumuşak yaprak durumundaki organlara ve organ bölümlerine verilen ad; epitelyum örtüsünün özelliklerine göre bu organlara sümüksü veya telsi zar denir. * Birbirine sımsıkıyapışık hücre veya moleküllerden oluşan ve bitkilerin çeşitli bölümlerini bir kın gibi saran ince tabaka. |
zar | * Tavla ve başka oyunlarda kullanılan kemik, fil dişi, plâstik gibi maddelerden küp olarak yapılan ve altı yüzünde, birden altıya kadar benekler bulunan oyun aracı. |
zar almak | * oyunu kazanmak. |
zar atmak | * zarıhızla yuvarlamak. * kader ile oynamak, geleceği için plân uygulamak. |
zar gelmek | * şansı iyi olmak. |
zar gibi | * çok ince, saydam. |
zar kanatlılar | * Arı, karınca gibi eklem bacaklıları içine alan, kanatlarızar gibi saydam ve az damarlı olan hayvanlar takımı. |
zar kesmek | * Bkz. zarını bozmak. |
zar tutmak | * istediği sayıyı getirmek için, atmadan önce zarıparmaklar arasında düzene sokmak. |
zar zor | * Güçlükle, zorla, dara dar; kıt kanaat. |
zarafet | * İncelik, güzellik, zariflik. |
zarar | * Bir şeyin, bir olayın yol açtığıçıkar kaybıveya olumsuz, kötü sonuç, dokunca, ziyan, mazarrat. |
zarar çekmek | * zarara uğramak. |
zarar etmek | * alışverişte elindekinin bir bölümünü boşuna elden çıkarmak, yitirmek. |
zarar gelmek | * kötülük gelmek. |
zarar görmek | * kötü sonuca uğramak. |
zarar vermek | * kötülük etmek. |
zarara sokmak | * Bkz. zarar vermek. |
zarara uğramak | * kötü bir durumla karşılaşmak. |
zararda olmak | * alışverişte kâr elde edememek. * kötü duruma düşmek. |
zararıdokunmak | * kötülüğe uğratmak. |
zararı olmamak | * kötü sonuç vermemek, kötülüğe yol açmamak. |
zararıyok | * özür dileyenlere karşılık olarak bağışlandığını, olayın pek önemli olmadığını bildirmek için söylenir. |
zararına | * Zarar ederek. |
zararlı | * Zarar veren, zararıdokunan, dokuncalı, muzır, tahripkâr. |
zararlıçıkmak | * bir işin sonunda değerli sanılan bazışeyleri yitirmek. * zarar etmek. |
zararsız | * Zarar vermeyen, zararıdokunmayan. * Oldukça iyi. |
zarcı | * Zar oyunu oynayan kimse, kumarcı. |
zarf | * Kap, kılıf, sarma. * İçine mektup veya başka kâğıtlar konulan kâğıttan kese. * İçine fincan veya bardak oturtulan metal kap. * Bir fiilin, bir sıfatın veya bir zarfın anlamınızaman, yer, ölçü, nitelik, soru kavramları bakımından etkileyen kelime, belirteç: Az yaşamıştı. Geç kalınca utandı gibi. |
zarfçı | * Tenha bir yolda yere zarf bırakan, sonra da zarfı bulup alan kimseyi suçlayarak ve onun üstünü başınızorla arayarak zarf içindeki parayıve o arada el çabukluğuyla diğer değerli şeyleri de alan hırsız, papelci. |
zarfçılık | * Yere zarf atarak bulanısoyma yoluyla yapılan hırsızlık, papelcilik. |
zarffiil | * Zarf olarak kullanılan fiil soyundan kelime, gerundium. |
Kategoriler