zarffiil grubu | * Birden fazla kelimeden oluşan zarffiil. |
zarfında | * Belli bir sürede, belli bir süre içinde. |
zarflama | * Zarflamak işi veya durumu. |
zarflamak | * Zarf içine koymak. |
zarflanma | * Zarflanmak işi veya durumu. |
zarflanmak | * Zarf içine konulmak. |
zarflı | * Zarfı olan. * Zarf denilen, metal kabı olan. |
zargana | * Uskumrumsugillerden, 40-60 cm boyunda, vücudu silindir biçiminde, gaga gibi ince, uzun, sivri ağızlı bir balık (Belone belone). |
zarını bozmak | * (tavla oyununda) oyuncu, yenilmesini, yanına oturan kimseden bilmek. * atılan zarıkarşıdaki oyuncu, eliyle karıştırmak. |
zari zari | * İnleyerek. * Hüngür hüngür. |
zarif | * Çekicilik, biçim, görünüş, durum ve davranışlarıyla hoşa giden, beğenilen. * (dil, konuşma vb. için) Beğenilir ve nükteli. * Hoşa gider bir biçimde konuşan. |
zarifane | * Zarife yakışır biçimde, zarifçe. |
zarifçe | * Hoşça, güzelce. |
zariflik | * Zarif davranışveya zarif olma durumu, incelik, zarafet. |
zarp | * Bkz. darp. * Güçlü, şiddetli etki. |
zarplı | * Etkisi güçlü olan. |
zarsı | * Zara benzeyen, zar görünüşünde olan. |
zart zurt | * Kendini önemli kişi olarak göstermek için yüksekten atıp tutarak çıkışma, kaba kuvvet gösterisi. |
zart zurt etmek | * yüksekten atıp tutarak çıkışmak, kaba kuvvet gösterisinde bulunmak. |
zarta | * Yellenme. |
zartayıçekmek | * ölmek. |
zaruret | * Mecburiyet, gereklilik, zorunluluk, zorunluk. * Sıkıntı, yoksulluk, fakirlik. |
zarurî | * Mecburî, zorunlu, gerekli. |
zat | * Kimse, kişi. * Kendi, öz. |
zat işleri | * Özlük işleri. |
zata mahsus | * Kişiye özel. |
zaten | * Doğrusu, doğrusunu isterseniz, aslında, esasen. |
zatıâlileri | * “Saygın kişiliğiniz” anlamında bir hitap sözü. |
zatıâliniz | * “Saygın kişisiniz” anlamında bir hitap sözü. |
zati | * Zaten. |
zatî | * Kendine özgü, kişiye ilişkin, kişisel, özel. * Zaten. |
zatülcenp | * Akciğer zarının iltihabı, satlıcan. |
Zatülkürsî | * Altıkardeştakım yıldızı. |
zatürree | * Sancı, ateşve öksürükle beliren, tehlikeli bir akciğer iltihabı, batar. |
zavallı | * Acınacak kadar kötü durumda bulunan, mutsuz. * Gücü bir şeye yetmeyen, âciz. |
zavallılık | * Zavallı olma durumu. |
zaviye | * Köşe. * Küçük tekke. * Anlayış, görüş. * Açı. |
zaviyevî | * Bkz. açısal. |
zavurt | * Bkz. avurt zavurt etmek. |
zayıf | * (insan, hayvan için) Eti, yağıaz olan, sıska, cılız, arık. * Görevini yapacak yeterli gücü olmayan. * Sağlamlığı, dayanıklılığı olmayan. * Bilgi yönünden yeterli olmayan, yeteneksiz. * Kişilik ve ruhsal yönden gereği kadar güçlü olmayan. * Önemli, güvenilir olmayan. * Enerjisi, etkisi, yoğunluğu az olan. |
zayıf düşmek | * zayıflamak. * güçsüzleşmek. |
zayıf düşürmek | * güçsüz duruma getirmek. |
zayıf nahif | * Çok zayıf. |
zayıf sesli | * Sesi pek duyulmayan. |
zayıf yerinden yakalamak | * güçsüz, eksik ve yanlış bir tutum ve davranışıyüzünden zor durumda bırakmak. |
zayıflama | * Zayıflamak işi veya durumu. * Hastalık, bakımsızlık veya rejimle şişmanlığın azalması. |
zayıflamak | * Zayıf duruma gelmek. |
zayıflatma | * Zayıflatmak işi veya durumu. |
zayıflatmak | * Zayıf olmasına yol açmak. |
zayıflayış | * Zayıflamak işi veya biçimi. |
Kategoriler