afsuncu | * Büyücü, üfürükçü. |
afsunculuk | * Afsuncunun yaptığı iş. |
afsunlama | * Afsunlamak işi. |
afsunlamak | * Büyülemek. |
afsunlanma | * Afsunlanmak işi. |
afsunlanmak | * Büyülenmek. |
afsunlu | * Büyülü, sihirli, füsunkâr. |
Afşar | * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. |
aft | * Pamukçuk. |
aftos | * Oynaş, metres. |
afur tafur | * Çalım. |
afur tafura gelmemek | * çalım satmadan hoşlanmamak; böyle bir davranışa karşıtepki göstermek. |
afyon | * Olgunlaşmamışhaşhaşkapsüllerine yapılan çizintilerden sızan, sonradan katılaşan süt; içinde morfin ve kodein gibi çok uyuşturucu maddeler bulunan, güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte kullanılan değerli bir ilâç. |
afyon çekmek | * keyif için afyon yutmak. |
afyon ruhu | * Yatıştırıcı olarak kullanılan afyon tentürü. |
afyonkeş | * Keyif için afyon yutan veya çeken (kimse), afyon tiryakisi. |
afyonkeşlik | * Afyon çekmeye düşkünlük. |
afyonlama | * Afyonlamak işi. |
afyonlamak | * Afyon vererek uyuşturmak, uyutmak. * Telkin yoluyla doğru düşünmeyi önleyerek zararlı bir yola sürüklemek. |
afyonlanma | * Afyonlanmak işi. |
afyonlanmak | * Afyonlamak işi yapılmak. |
afyonlu | * İçinde afyon bulunan. * Afyon yutmuş. * Dalgın, uyuşmuş, uyuşuk (kimse). |
afyonu başına vurmak | * aşırıdavranışlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptığını bilememek. |
afyonunu patlatmak | * kendi keyfine dalmışolan birini öfkelendirmek. |
Ag | * Gümüş’ün kısaltması. |
aga | * Ağa. |
agâh | * Bilir, bilgili, haberli, uyanık. |
agâh olmak | * bilgi edinmişolmak. |
agami | * Güney Amerika’da yaşayan, mavi ve yeşil metalik yansımalı bir kuş. |
aganta | * Yısa veya lâçka edilmekte olan bir halatın ve zincirin kısa bir süre elde tutulup bırakılmaması için verilen emir. |
agaragar | * Deniz yosunlarından çıkarılan, beslenme endüstrisinde, hekimlikte ve bakteriyolojide kullanılan bir tür jelâtin, jeloz. |
agel | * Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağladıkları, yünden örülmüşkalın çember bağ. |
agitato | * Bir parçanın canlıve coşkulu çalınacağınıanlatır. |
aglütinasyon | * Kümeleşim. |
aglütinin | * Serumda meydana gelen antikor. |
agnosi | * Tanısızlık. |
agnostik | * Bilinemezci. * Bilinemezcilikle ilgili. |
agnostisizm | * Bilinemezcilik. |
agnozi | * Duyularda herhangi bir bozukluk olmamasına rağmen sınav sisteminin belirli bir yerindeki doku bozukluğundan ileri gelen algıkaybıveya yokluğu. |
Agop’un kazı gibi bakmak | * aptal aptal bakmak. |
agora | * Yunan klâsik devrinde, sitenin yönetim, politika ve ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan, halk meydanı. |
agorafobi | * Bkz. alan korkusu. |
agraf | * Kanca, kopça. |
agrafi | * Bkz. yazma yitimi. |
agrandisman | * Büyültme. |
agrandisör | * (fotoğrafçılıkta) Büyülteç. |
agreje | * (yabancıülkelerde) Doçent olmak için sınav vermişkimse, doçent. |
agreman | * Bir elçinin bir ülkeye atanmasından önce o ülkeden istenen uygun görme yazısı. |
agu | * Süt çocuklarının neşelendikleri zaman çıkardıklarıses. |
agu bebek | * Büyüdüğü hâlde bebekliğe özenen çocuklara alay yollu söylenir. |
Kategoriler