baskül | * Çoğunlukla bir kütleyi çok daha küçük bir kütle yardımıyla tartmaya yarayan alet. * İki kolu sıra ile kalkıp inebilen, ortasından veya uçlarından birine az çok yakın değişmez bir noktaya dayanan kaldıraç. |
basma | * Basmak işi. * Üzerinde bası ile yapılmışrenkli biçimler bulunan pamuklu kumaş. * Bu kumaştan yapılmışolan. * Gazete, dergi, kitap gibi bası ile hazırlanmışyazılışeyler, matbua. * Basılmış, matbu. * İskambil kâğıdı ile oynanan bir oyun. * Gübre, tezek. |
basma kalı bı | * Kitap, kumaşgibi şeylerin baskısı için hazırlanan kalıp. |
basmacı | * Basma yapan veya satan kimse. * Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalıpla desen basan kimse. * Bohça ile köylerde eşya satan kadın, bohçacı. |
basmacılık | * Basma alım satımı. * Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalıpla desen basma işi. * Matbaacılık. |
basmahane | * Basma yapılan işyeri. |
basmak | * Vücudun ağırlığınıverecek biçimde ayak tabanını bir yere veya bir şeyin üzerine koymak. * (küçük çocuklar için) Ayakta durabilmek. * Bir şeyi, üzerine kuvvet vererek itmek. * Sıkıştırarak yerleştirmek. * Bası işi yapmak, tabetmek. * Örtmek, bürümek, kaplamak. * Bir şey üzerinde kalıp, mühür gibi bir araçla iz yapmak. * Baskın yapmak. * Bazı isimlerle birlikte sertlik, aşırılık anlamlarında yardımcıfiil olarak kullanılır. * Bir kimse bir yaşa girmek. * Çevreyi kaplamak, çökmek. * Basınç yaparak sıvıve gazları itmek. * Kümes hayvanlarıkuluçkaya yatmak. * Bir şeyin etkisinde kalıp eziklik, üzüntü ve ağırlık duymak. |
basmakalıp | * Özgünlüğü olmayan, değişiklik göstermeyen, bilineni tekrarlayan, harcıâlem, klişe. |
basmakalıplaşmak | * Basmakalıp durumuna gelmek. |
basmalı | * Basma özelliği olan. |
basmalık | * Üzerine basılacak şey. |
basso | * En kalın erkek sesi. * En kalın sesli orkestra çalgısı. |
bastana salatası | * Domates, taze soğan, yeşilbiber, maydanoz, nane ve limon suyu kullanılarak yapılan bir salata türü. |
bastarda | * Bkz. baştarda. |
bastı | * Kıyma ile pişirilmişsebze. * Bastırma. |
bastı bacak | * Bacaklarıkısa veya çarpık (kimse). * (çocuk için) Yaramaz. |
bastığıyerde ot bitmez | * gittiği yere uğursuzluk götürür, gittiği yerin bereketini kurutur. |
bastığıyeri bilmemek | * çok sevinmek. * şaşkınlıktan nerede olduğunu seçememek, durumunu kontrol edememek. |
bastık | * Pestil. |
bastırak | * Yol yapımında çakıl, kum, curuf gibi maddeleri ezmeye ve sıkıştırmaya yarayan alet. |
bastırık | * Kapıyıarkadan bastırmak için kullanılan ağaç dayak. * Ağırlık, baskı, yük. |
bastırılma | * Bastırılmak işi. |
bastırılmak | * Bastırmak işine konu olmak. |
bastırım | * Ruh dünyasında oluşan tepkimelerin bilinç dışına yansıması. |
bastırma | * Bastırmak işi. * Bastı. |
bastırmak | * Basmak işini yaptırmak. * Zararlı bir olayıönlemek. * Üstünlüğünü göstermek. * Bir kumaşın kenarınıkıvırıp dikmek. * Gidermek. * (cevap için) Hemen yetiştirmek. * Ansızın birinin yanına gitmek. * Birdenbire ve pek çok etkisini göstermek. * Kümes hayvanlarınıkuluçkaya yatırmak. * Baskıyapmak, üzerine iyice düşmek. |
bastika | * Bir yelken serenine veya herhangi bir ağaca açılan delik. |
baston | * Yürürken dayanmaya yarayan ağaç veya metalden yapılan araç. * Geminin baştarafındaki yatık direğin (cıvadranın) dışarıya doğru uzanan parçası. |
baston francala | * İnce, uzun ekmek. |
baston gibi (veya baston yutmuşgibi) | * dimdik duran veya yürüyen (kimse). |
bastoncu | * Baston yapan veya satan kimse. |
bastonculuk | * Baston yapma veya satma işi. |
bastonlu | * Bastonu olan. |
bastonsuz | * Bastonu olmayan. |
basur | * Kalın bağırsağın alt bölümünde ve anüste toplardamarların genişlemesiyle oluşan varis, hemoroit. |
basur memesi | * Anüste genişleyip meme gibi uzamışdamar yığını. |
basur otu | * Düğün çiçeğigillerden, nemli ormanlarda biten, köklerinde basur memelerine iyi gelen bir madde bulunan, sarıçiçek açan küçük bir bitki (Ranunculus ficaria). |
basurlu | * Basuru olan, hemoroitli. |
basübadelmevt | * Ölümden sonra dirilme. |
basya | * Sapotgillerden, tohumlarından sabunculukta kullanılan bir yağelde edilen, Asya’da yetişen bir ağaç (Basia). |
baş | * İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız gibi organlarıkapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser. * Bir topluluğu yöneten kimse. * Başlangıç. * Temel, esas. * Arazide en yüksek nokta. * Bir şeyin genellikle toparlakça ucu. * Bir şeyin uçlarından biri. * Kasaplık hayvanlarda ve bazıyiyeceklerde tane. * Para değiştirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye. * Bir şeyin yakınıveya çevresi. * “Baş” kelimesi birçok deyimde “öz varlık, kendisi” anlamınıtaşıyan bir zamir niteliğindedir. * Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün anlamında birleşik kelimeler yapar. * Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beşderecenin en yükseği. * “… başına” adlardan sonra ve nicelik anlatan kelimeden önce gelerek üleştirme anlamı verir. * Deniz teknelerinde ön taraf. * En uç, yüksek nokta veya en ön. |
baş | * Çı ban. |
başağırlık | * Ağır sıklet. |
başağrısı | * Başın ağrıması, başta oluşan rahatsızlık. * Sürekli sıkıntıyaratan durum veya kimse. |
başağrısı olmak | * sıkıntıvermek, uğraştırmak. |
başağrıtmak | * tedirgin etmek, bıkkınlık vermek, can sıkmak. |
başalamamak | * çok uğraştıran bir konu yüzünden vakit ve fırsat bulamamak. |
başalmak | * fırsat bulmak. |
başaşağı | * Başıaşağı gelmek üzere. |
başaşağıdüşmek | * kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak. |
Kategoriler