benzetmek | * Benzer duruma getirmek. * Bir şeyde başka şeye benzeyen yönler bulmak. * Kötü bir duruma getirmek, bozmak. * Dövmek. |
benzetmek gibi olmasın | * kötü bir sona uğramış birinden veya bir şeyden söz ederken, ona benzetilen kimse veya şey için kötü bir duygu beslenilmediğini anlatır. |
benzeyiş | * Bir şeyin başka bir şeye benzemesi durumu. |
benzeyişsizlik | * Benzeşmemek durumu. |
benzi atmak (veya uçmak) | * ansızın yüzünün rengi sararmak, solmak. |
benzi kül gibi olmak | * yüzünden kan çekilmek, yüzü sararmak. |
benzi sararmak | * yüzünün rengi solmak. |
benzi uçmak | * yüzü sararmak. |
benzin | * Petrolün damıtılması ile elde edilen, özgül ağırlığıyaklaşık 0,65 olan, renksiz, uçucu, kendine özgü kokusu bulunan bir sıvı. * Benzen. |
benzin istasyonu | * Araçların benzin, yağgibi ihtiyaçlarınıkarşılayan, yolculara dinlenme ve alışverişimkânıveren tesis, benzinlik. |
benzin pompası | * Benzinlikte araç depolarına benzin koyma ve verilen benzin tutarını gösterme aracı. |
benzinci | * Benzin satılan yer veya benzin satan kimse. |
benzincilik | * Benzincinin işi veya mesleği. |
benzinde kan kalmamak | * kansızlık sebebiyle yüzü sararmak. |
benzine kan gelmek (veya benzi kanlanmak) | * sağlıklıduruma gelmek, canlanmak. |
benzinleme | * Benzinlemek işi veya durumu. |
benzinlemek | * Benzin dökerek yakmak. * Bir nesneyi benzine bulamak. |
benzinli | * Benzinle çalışan (motor, makine vb.). |
benzinlik | * Benzin satılan yer, benzin istasyonu. |
benzol | * Benzin ve tolüen karışımı bir akaryakıt. |
beraat | * Aklanma. |
beraat etmek | * aklanmak, temize çıkmak. |
beraatızimmet | * Borcu, vereceği olmama durumu, borçsuzluk. |
beraatızimmet asıkdır | * tersi ispatlanmadıkça insanların suçsuz sayılmaları ilkesini anlatır. |
beraber | * Birlikte, bir arada. * Aynıdüzeyde. * -e rağmen, -e karşın. |
beraberce | * Birlikte, beraber olarak. |
berabere bitmek | * (oyun, yarışma) takımların aynısayıyıalmasıyla sonuçlanmak. |
berabere kalmak | * (oyun, yarışma için) takımlar aynısayıyıalmak veya denk gelmek, başa başkalmak, başa başgelmek. |
beraberinde | * yanında. |
beraberlik | * Birlikte olma durumu. * Baş başa kalma durumu. |
beraberlik müziği | * Orkestra, koro veya oda müziğinde olduğu gibi birçok sesin oluşturduğu müzik. |
berat | * Bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent. * Osmanlıİmparatorluğunda bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğu. |
Berat Gecesi | * Hz. Muhammed’e peygamberliğin Cebrail aracılığıyla bildirildiği şaban ayının 15. gecesine rastlayan kandil gecesi. |
Berat Kandili | * Bkz. Berat Gecesi. |
berbat | * Kötü. * Bozuk. * Çirkin, beğenilmeyen. * Darmadağın, bakımsız, perişan, viran. |
berbat etmek (veya eylemek) | * kötü duruma getirmek. * bozmak. |
berbat olmak | * kötü duruma gelmek; kirlenmek. * bozulmak. |
berber | * Saç ve sakalın kesilmesi, taranmasıve yapılması işiyle uğraşan veya bunu meslek edinen kimse. * Bu işin yapıldığıdükkân. |
berber balığı | * Hanigillerden, kuyruğunun çatalıçok uzun olan, Akdeniz’de yaşayan, eti yenilen bir balık (Serranus anthias). |
berber bataryası | * Berber dükkânlarında lâvaboya su akmasınısağlayan deve boynu biçimindeki musluk takımı. |
berber çırağı | * Berber ustasının yanında yetiştirilmek üzere çalışan çocuk. |
berber dükkânı | * Berber. |
berber koltuğu | * Berberler için yapılan hareketli, oynar başlıklıözel koltuk. |
berber salonu | * Büyük berber dükkânı. |
Berberî | * Kuzey Afrika’daki Cezayir bölgesinde Berberistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse. |
berberlik | * Berberin yaptığı iş. |
berceste | * Sağlam ve lâtif. * Seçilmiş, seçme. * Sanat değeri yüksek anlamlar taşıyan dize. |
berdelacuz | * Halk tahminine göre, 9-18 Mart arasında görülen kocakarısoğuğu. |
berdevam | * Sürmekte olan, sürüp giden. |
berduş | * Başı boş, serseri. * Pis, bozuk, bakımsız. |
Kategoriler