canlıözdekçilik | * Evrenin temeli olarak düşünülen maddenin canlı olduğunu savunan doktrin, hilozoizm. |
canlıresim | * Bir hareketi parçalarına ayırıp bunların elle yapılan resimlerinin alıcıyla tek tek çevrilmesine dayanan ve gösterimde sürekli bir hareketi ortaya koyan film tekniği. |
canlıyayın | * (televizyon ve radyo için) Daha önceden herhangi bir gereç üzerine tespit edilmemiş, alıcıyla tespit edildiği anda yapılan yayın. |
canlıcılık | * Olup bitenin ruhlar alanının gizli güçlerince yönetildiğine inanan ilkel anlayış, animizm. * Bağımsız bir ruhî varlığın insanda ve doğa nesnelerinde yerleşik olduğuna inanan ilkel dinî görüş. * Tek ve aynıruhun fikrî ve organik hayatın ilkesi olduğunu ileri süren öğreti. * Çocukta bir düşünce biçimi olarak bütün cisimlerin canlı olduğuna inanma. |
canlılık | * Canlı olma durumu. * Neşelilik, hareketlilik. |
cansız | * Canınıyitirmiş, ölmüş. * Güçsüz, mecalsiz. * İlgi uyandırmayan, sönük. * Durgun. * Canlı olmayan (varlık), camit. |
cansız cansız | * Cansız olarak, cansız gibi. |
cansız düşmek | * hastalık veya yorgunluk yüzünden bitkin bir duruma gelmek. |
cansız hedef | * İnsan ve hayvan dışında kalan hedef. |
cansızlaşma | * Cansızlaşmak işi. |
cansızlaşmak | * Cansız duruma gelmek. |
cansızlaştırma | * Cansızlaştırmak işi. |
cansızlaştırmak | * Cansız duruma getirmek. * Bir dişin canlıdokusunu yok etmek. |
cansızlık | * Cansız olma durumu. * Hareketsizlik. |
cansiparane | * Canını verircesine, özveriyle. |
cantiyane | * Kantiyane. |
capcanlı | * Çok canlı(bir biçimde). |
car | * Çağrı, tellâl ile duyurma; ilân. * Tehlike durumu, imdat, yardım. |
car | * Bazıyerlerde kadınların kollarına örttükleri veya boydan boya örtündükleri çarşaf, zar. |
car car | * Çok ve yüksek sesle, gürültülü bir biçimde (konuşma). |
car etmek | * nara atmak, haykırmak; ilân etmek. |
carcar | * Geveze, yaygaracı. |
carcur | * Bkz. şarjör. |
carcur | * “Gelişigüzel konuşmak” anlamına gelen carcur etmek deyiminde geçer. |
carcur | * Fermuar. |
cari | * Akan. * Olagelen, geçen, yürürlükte olan. |
cari hesap | * İki taraf arasında sürüp giden alacak verecek işlemlerinin tutulan hesabı. |
cari masraf | * Belirli bir dönemde yapılan harcamalar. |
cari para | * Geçerli olan, yürürlükte bulunan para. |
cari ücret | * İşgücü piyasasında işgücünün, arz ve talebe göre belirlenen fiyatı. |
cariye | * Yabancıülkelerden kaçırılıp özgürlükten yoksun edilen, alınıp satılabilen, her konuda efendisinin isteklerine bağlı bulunan genç kadın, halayık. |
cariyelik | * Cariye olma durumu. |
cariyelik etmek | * cariye gibi hizmet etmek. |
cariyeniz (veya cariyeleri) | * eskiden, söz söylenen kimseye aşırı bir saygı göstermişolmak için kadınlar tarafından “ben” zamiri yerine kullanılırdı. * aynımaksatla genç kadınlardan söz edilirken onlarıanlatan kelimelere bir unvan gibi getirilirdi. |
carlama | * Carlamak işi. |
carlamak | * Bağırarak konuşmak; çok söylemek. * İlân etmek, duyurmak; nara atmak, haykırmak. |
carlı | * Carı(II) olan. |
carsız | * Carı(II) olmayan. |
cart | * Sert bir şey yırtılırken çıkan ses. |
cart cart ötmek | * kendini beğenmiş bir davranışla ve buyururcasına söz söylemek. |
cart curt | * Gerekli gereksiz yerde söylenen, abartılısöz. |
cart curt etmek | * göz korkutmak veya övünmek amacıyla abartılıkonuşmak. |
cart kaba kâğıt | * yüksekten atana veya çalımlı bir tavır takınana karşısöylenen hafifseme ünlemi. |
carta | * Yellenme. |
cartadak | * Birdenbire ve gürültü ile. |
cartadan | * Cartadak. |
cartayıçekmek | * ölmek. |
cascavlak | * (başiçin) Çok saçsız, çok tüysüz, hiç tüyü olmayan. * Çırılçıplak, örtüsüz. |
cascavlak kalmak | * bütün imkânlarıelinden alınmışolarak ortada kalmak. |
casus | * Bir devletin veya bir kimsenin sırlarını başkasının hesabına öğrenmeyi üstüne alan kimse, çaşıt. |
Kategoriler