celep | * Koyun, keçi, sığır gibi kesilecek hayvanların ticaretini yapan kimse. * Topkapı, Galata, İbrahim Paşa ve Edirne saraylarına alınıp türlü devlet hizmetleri için aday olarak yetiştirilen genç. |
celeplik | * Koyun, keçi, sığır gibi kesilecek hayvanların ticaretini yapma işi. |
celî | * Açık, aşikâr. * Parlak, cilâlı. |
celî yazı | * (Arap harfleriyle) Uzaktan okunacak biçimde istif edilmişiri sülüs levha yazısı. |
celil | * Çok büyük, ulu. * Tanrı’nın sıfatlarından biri. |
cellât | * Ölüm cezasına çarptırılanlarıöldürmekle görevli olan kimse. * Acımasız, katıyürekli, kolaylıkla suç işleyen, zalim. |
cellât gibi | * acımasız. |
cellâtlık | * Cellâdın görevi. * Katıyüreklilik, zalimlik. |
celp | * Getirtme, kendi üzerine çekme. * Mahkeme tarafından dava edene, edilene veya tanıklara gönderilen çağrı belgesi. * Askerlik ödevini yapmaya çağırma. |
celp etmek | * kendine çekmek. * getirmek. |
celp kâğıdı | * Çağrıkâğıdı, çağrı belgesi, celpname. |
celpname | * Celp kâğıdı, çağrı belgesi. |
celse | * Oturum. |
celseyi açmak | * oturumu açmak. |
celseyi tatil etmek | * oturuma ara vermek. |
cemaat | * Bir imama uyup namaz kılan kişiler. * İnsan kalabalığı. * Bir dinden veya bir soydan olanların topluluğu. |
cemaat ne kadar çok olsa (veya cami ne kadar büyük olsa) imam gene bildiğini okur | * bir yetkili kimse, çevresindekilerin düşüncesi ne olursa olsun kendi istediğini yapmaya çalışır. |
cemaate uymak | * içinde bulunulan bir topluluğa uyarak davranmak. |
cemaatimüslimin | * Müslüman halk. |
cemaatle namaz kılmak | * imama uyarak namaz kılmak. |
cemaatleşme | * Cemaatleşmek işi veya durumu. |
cemaatleşmek | * Cemaat hâline gelmek. |
cemaatli | * Cemaati olan. |
cemaatsiz | * Cemaati olmayan. |
cemaatsizlik | * Cemaatsiz olma durumu. |
cemadat | * Cansızlar, cansız varlıklar. |
cemal | * Yüz güzelliği. |
cem’an | * Toplayarak, toplam olarak, hepsi. |
cem’an yekûn | * Toplam olarak, hepsinin tamamı. |
cemaziyülâhır | * Ay takviminin altıncıayı, küçük tövbe ayı. |
cemaziyülevvel | * Ay takviminin beşinci ayı, büyük tövbe ayı. |
cemaziyülevvelini bilmek | * bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek. |
cembiye | * Bir çeşit eğri kama, hançer. |
cembiyeli | * Cembiyesi olan. |
cembiyesiz | * Cembiyesi olmayan. |
cemetme | * Cemetmek işi. |
cemetmek | * Toplamak, bir araya getirmek. |
cemi | * Bütün, hep, (bir şeyin) hepsi, (bir şeyin) tümü. * Toplama. * Toplama. * Çoğul, çokluk. |
cemil | * (erkek için) Güzel. * Tanrı’nın sıfatlarından biri. |
cemile | * (kadın için) Güzel. * Gönül alıcıdavranış. |
cemilendirme | * Çoğullandırma işi. |
cemilendirmek | * Çoğullandırmak, çokluk hâline getirmek. |
cemilenme | * Çoğullanma işi. |
cemilenmek | * Çoğullanmak. |
cemiyet | * Dernek. * Topluluk, toplum. * Düğün. * Birbirine uygun veya zıt anlamlıkelimeleri tenasüp veya tezat sanatlarıyoluyla bir araya getirme. * Bir olayıveya kişiyi kutlama amacıyla bir araya gelen topluluk. |
cemiyetli | * Cemiyet içinde geçen, derli toplu, dağınık olmayan. |
cemre | * Şubat ayında birer hafta aralıklarla önce havada, sonra suda ve en sonra toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık yükselişi. |
cemre düşmek | * sıcaklık yükselişi o hafta içindeki günde başlamak. |
cenabet | * Cünüp. * Pis, kötü, hoşlanılmayan kimse veya şey. |
Cenabıhak | * Allah, Tanrı. |
Kategoriler