çağ | * Zaman parçası, vakit. * Hayatın çocukluk, gençlik gibi türlü dönemlerinden her biri, yaş. * Kendine özgü bir özellik taşıyan zaman parçası, dönem, devir. * Tarihin ayrıldığıdört büyük bölümden her biri, kurun. * Bir şeyin uygun, elverişli zamanı. * Bir katmanın oluştuğu süre. |
çağaçmak | * herhangi bir bakımdan öncekilerden farklı olan yeni bir evrensel gidişe yol açmak. |
çağdışı | * Çağın gerektirdiği şartların gerisinde kalmış, köhne. * Askerliğe alınma çağıdışında. |
çağdışı olmak (veya kalmak) | * yedek askerlik çağınıdoldurmuşolmak. |
çağdışılık | * Çağdışı olma durumu. |
çağa | * Çocuk, bebek. |
çağanak | * Bkz. çalgıçağanak. |
çağanoz | * Kabukluların ön ayaklılar alt takımından, eti için avlanan, pavuryaya benzer küçük su hayvanı(Carcinus). |
çağanoz gibi | * eğri büğrü (kimse). |
Çağatayca | * AdınıCengiz`in ikinci oğlu Çağatay`dan alan, Doğu Türkçesinin XV. yüzyılda oluşan yazıdili. |
çağcıl | * (insan için) Çağın yeniliklerini benimseyen, ona göre davranan, asrî, modern. * Tekniğin, bilimin yeniliklerinden yararlanan, modern. |
çağcıllaşma | * Çağcıllaşmak işi, asrîleşme, modernleşme. |
çağcıllaşmak | * Çağın yeniliklerine uygun duruma gelmek, asrîleşmek, modernleşmek. |
çağcıllaştırma | * Çağcıllaştırmak işi, modernleştirmek. |
çağcıllaştırmak | * Çağın gereklerine uydurmak, asrîleştirmek, modernleştirmek. |
çağcıllık | * Çağcıl olma durumu, asrîlik, modernlik. |
çağdaş | * Aynıçağda yaşayan, muasır. * Bulunulan çağın anlayışına, şartlarına uygun olan, modern, muasır. |
çağdaşlaşma | * Çağdaşlaşmak işi, muasırlaşma. |
çağdaşlaşmak | * Çağın tutumuna, anlayışına, gereklerine uymak, muasırlaşmak. |
çağdaşlaştırma | * Çağdaşlaştırmak işi. |
çağdaşlaştırmak | * Çağdaşlaşmasına yol açmak. |
çağdaşlık | * Çağdaşolma durumu, modernlik. |
çağı geçmek | * eskimek, dönemi veya modası geçmek. |
çağıl çağıl | * Çağıldayarak akan suların sesini yansılar. |
çağıldama | * Çağıldamak işi. |
çağıldamak | * Sular akarken taşlara, kayalara çarparak ses çıkarmak. |
çağıldayış | * Çağıldamak işi veya biçimi. |
çağıltı | * Suyun, akarken taşlara, kayalara çarparak çıkardığıses. |
çağıltılı | * Çağıltısı olan. |
çağın gerisinde kalmak | * gelişmelere ve yeni düşüncelere uyum sağlayamamak, ayak uyduramamak. |
çağınıaşmak | * düşünce, tutum ve davranışlarıyla bulunduğu çağdan daha ileride olmak. |
çağıra çağıra | * Sürekli çağırarak. |
çağırı | * Davetli. |
çağırıcı | * Çağırı işini yerine getiren kişi, davetçi. * Sahnede oyuncularıtakdim eden kimse. |
çağırılma | * Çağrılma. |
çağırılmak | * Çağrılmak. |
çağırım | * Çağırma işi. * Ruh çağırma sırasında seans. |
çağırış | * Çağırmak işi veya biçimi. |
çağırma | * Çağırmak işi. |
çağırmak | * Birinin gelmesini kendisine yüksek sesle söylemek, seslenmek. * Herhangi birinin bir yere gelmesini istemek, davet etmek. * Binmek için bir araç istemek. * (yüksek sesle) Şarkı, türkü söylemek. |
çağırtı | * Çağırma sesi. |
çağırtkan | * Ötüşüyle kendi türünden olan kuşların çevresine toplanması için avcıların yararlandığıkuş, çığırtkan. |
çağırtma | * Çağırtmak işi. |
çağırtmaç | * Tellâl. |
çağırtmak | * Çağırmak işini yaptırmak. |
çağla | * Olmamış, ham yemiş. * Badem, kayısı, erik gibi tek çekirdekli yemişlerin körpe iken yenilebilen ham şekli. |
çağlama | * Çağlamak işi. |
çağlamadan çatlamak | * gerekli olgunluğa erişmeden olgun davranışlarda bulunmak, büyüklük taslamak. |
çağlamak | * (akarsu) Köpürerek ve ses çıkararak coşkun bir biçimde akmak. * Coşmak. |
çağlar | * Çağlayan. |
Kategoriler