dağkestanesi | * Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen sert yapılıağaç ve bu ağacın meyvesi (Sloane berteriana). |
dağkırlangıcı | * Çobanaldatan, keçisağan. |
dağkolu | * Sıradağlardan her iki yöne doğru uzanan dağsırtı. |
dağkoyunu | * Yabanî koyun. |
dağköyü | * Dağlık yerlerde kurulmuşyerleşim yeri. |
dağlâlesi | * Düğün çiçeğigillerden, mor renkli, çan biçimi tüylü çiçekleri olan otsu bir bitki, anemon (Anemone vulgaris). |
dağmerası | * Dağlar arasında kalan hayvan otlatmaya elverişli bölge. |
dağnanesi | * Yüksekliği 20-50 cm arasında olan, sık beyaz tüylü, kuvvetli nane kokulu, çok yıllık ve otsu bir bitki (Cyclotrichium niveum). |
dağoluşu | * Yer kabuğunun belli yerlerinde kıvrılma, kırılma ve yükselme olaylarısonucu dağların oluşunu inceleyen bilim kolu, orojeni. |
dağotlağı | * Dağmerası. |
dağserçesi | * Serçegillerden, orman ve bahçelerde yaşayan sırtıkahverengi, karnıkül rengi ve beyaz olan bir tür serçe (Passer montanus). |
dağsıçanı | * Kemiriciler takımının sincapgiller familyasından postu beğenilen bir memeli türü (Marmota marmota). |
dağtaş | * Şehir dışındaki her yer. * Çok fazla. |
dağtavuğu | * Bkz. çil (I). |
dağtopu | * Katır sırtında taşınan küçük top. |
dağyolu | * Dağeteklerinden geçen vasıfsız yol. |
dağyürümezse, abdal yürür | * büyüklük taslayan birinden bitecek bir işimiz varsa, biz onun ayağına gidip işimizi görmeliyiz. |
dağa çıkmak | * eşkiyalık etmek veya hükûmete karşı gelmek için dağlara çekilmek. |
dağa kaldırmak | * birini, herhangi bir amaçla, zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada tutmak. |
dağalası | * Eti kırmızı bir çeşit küçük ala balık (Salmo alpinus). |
dağar | * Ağzıyayvan, dibi dar toprak kap. * Dağarcık. |
dağarcığıyüklü | * bilgisi çok olan, bilgili. |
dağarcığına atmak | * bir bilgiyi eski bilgilerine katmak, zihnine yerleştirmek. |
dağarcığındakini çıkarmak | * hazırladığı bir sözü söylemek. |
dağarcık | * Meşin torba. * Bilginin biriktiği yer, bellek. * Repertuar. |
dağarcıkta bir şey kalmamak | * her şeyi tüketmek, bitirmek. |
dağcı | * Dağa tırmanma sporu yapan kimse, alpinist. |
dağcıl | * Dağşartlarına ve iklimine göre yetiştirilen bitki. |
dağcılık | * Dağa tırmanma sporu, alpinizm. |
dağda bağın var, yüreğinde dağın var | * malımülkü veya evlâdı olanlar kaygıve tasadan uzak olamazlar. |
dağda büyümüş | * kaba ve görgüsüz kimse. |
dağdağa | * Gürültü, patırtı, telâş, karmakarışık durum, sıkıntı. |
dağdağalı | * Gürültülü patırtılı. |
dağdağasız | * Gürültüsüz, patırtısız, sessiz ve sakin (yer veya ortam). |
dağdan gelip bağdakini kovmak | * sonradan geldiği bir yerde eskiden beri burada bulunan kişinin yerini almaya çalışmak. |
dağdan inme | * çok kaba saba kimse. |
dağılım | * Dağılarak birbirinden ayrılma. * Bir toplumda veya kümede incelenen bir veya birçok özelliğin zamana, yere veya seçilen herhangi bir değişkene göre hesaplanan sayısal ve oransal dağılışı. * Ulusal gelirin toplumun bireyleri veya kesimleri arasındaki dağılışı. * Mal üretiminde, katkıda bulunanlara, üretilen mallardan herhangi bir ölçüde verilmesi, dağıtılması. * Çağrışım. * Bir ses biriminin, anlam biriminin veya dizimin değişik kullanım veya bağlamlardaki çevrelerinin tümü. * Birleşiminde kütle içinde tamamen eşit olarak dağılmışgerçek veya koloidal eriyik biçiminde başka bir madde bulunan katı, sıvıveya gaz durumundaki bütün cisimlere verilen ad. |
dağılış | * Dağılmak işi veya biçimi, çözülme. * Yıkılış, çöküş. |
dağılma | * Dağılmak işi. * Sınırlı bölgelere toplanmış birlik, gereç ve kuruluşların düşman saldırısına karşıdaha iyi korunmalarını sağlamak amacıyla birbirlerinden uzaklaştırılmaları. * Aynısilâhla aynıhedefe atılan mermilerin, barut haklarının ve başka şartların değişmesi yüzünden ayrıayrı noktalara vurması. |
dağılmak | * Toplu durumda iken ayrılıp birbirinden uzaklaşmak. * Değer ve birimler belli etkenlerle, oranlı olarak bölünmek. * Parçalanarak yayılmak, ufalanmak. * Karışık duruma gelmek, düzeni bozulmak. * Birliği beraberliği bozulmak. * Bir topluluğun, kuruluşun varlığıson bulmak, fesholunmak, münfesih olmak. * Etkisi, gücü azalmak. |
dağınık | * Geniş bir alana yayılmışolan. * Bir arada olmayan, birbiriyle bağlantısı olmayan. * Düzeni bozuk, karışık. * Düzensiz, düzenli olmayan, tertipsiz. * Düşüncelerini toparlayamayan. |
dağınık gözenek | * Ağaç başkesitindeki gözeneklerin dengeli düzende dağılım gösterme hâli. |
dağınık ışık | * Bir sahnenin aydınlatılmasında genel aydınlanmayısağlayan veya sahnenin genel aydınlanma derecesini artırmakta kullanılan ışık. |
dağınıkça | * Biraz dağılmış, dağınık gibi. |
dağınıklık | * Dağınık olma durumu. |
dağıntı | * Karışık, gelişigüzel atılmışöteberi. |
Dağıstanlı | * Kuzeydoğu Kafkasya’daki Dağıstan Federe Cumhuriyeti halkından olan kimse. |
dağıtıcı | * Mektup, gazete vb. şeyleri dolaşarak dağıtan kimse, müvezzi. * Motorlarda yüksek gerilimli akımıçalışma sırasına göre bujilere yayıp gönderen aygıt, distribütör. |
dağıtıcılık | * Dağıtma işi. |
dağıtık | * Kendinden geçmiş, sarhoş. |
Kategoriler