Kategoriler
D SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük D Sayfa 2

dağkestanesi * Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen sert yapılıağaç ve bu ağacın meyvesi (Sloane berteriana).
dağkırlangıcı * Çobanaldatan, keçisağan.
dağkolu * Sıradağlardan her iki yöne doğru uzanan dağsırtı.
dağkoyunu * Yabanî koyun.
dağköyü * Dağlık yerlerde kurulmuşyerleşim yeri.
dağlâlesi * Düğün çiçeğigillerden, mor renkli, çan biçimi tüylü çiçekleri olan otsu bir bitki, anemon (Anemone
vulgaris).
dağmerası * Dağlar arasında kalan hayvan otlatmaya elverişli bölge.
dağnanesi * Yüksekliği 20-50 cm arasında olan, sık beyaz tüylü, kuvvetli nane kokulu, çok yıllık ve otsu bir bitki
(Cyclotrichium niveum).
dağoluşu * Yer kabuğunun belli yerlerinde kıvrılma, kırılma ve yükselme olaylarısonucu dağların oluşunu inceleyen
bilim kolu, orojeni.
dağotlağı * Dağmerası.
dağserçesi * Serçegillerden, orman ve bahçelerde yaşayan sırtıkahverengi, karnıkül rengi ve beyaz olan bir tür serçe
(Passer montanus).
dağsıçanı * Kemiriciler takımının sincapgiller familyasından postu beğenilen bir memeli türü (Marmota marmota).
dağtaş * Şehir dışındaki her yer.
* Çok fazla.
dağtavuğu * Bkz. çil (I).
dağtopu * Katır sırtında taşınan küçük top.
dağyolu * Dağeteklerinden geçen vasıfsız yol.
dağyürümezse, abdal yürür * büyüklük taslayan birinden bitecek bir işimiz varsa, biz onun ayağına gidip işimizi görmeliyiz.
dağa çıkmak * eşkiyalık etmek veya hükûmete karşı gelmek için dağlara çekilmek.
dağa kaldırmak * birini, herhangi bir amaçla, zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada tutmak.
dağalası * Eti kırmızı bir çeşit küçük ala balık (Salmo alpinus).
dağar * Ağzıyayvan, dibi dar toprak kap.
* Dağarcık.
dağarcığıyüklü * bilgisi çok olan, bilgili.
dağarcığına atmak * bir bilgiyi eski bilgilerine katmak, zihnine yerleştirmek.
dağarcığındakini çıkarmak * hazırladığı bir sözü söylemek.
dağarcık * Meşin torba.
* Bilginin biriktiği yer, bellek.
* Repertuar.
dağarcıkta bir şey kalmamak * her şeyi tüketmek, bitirmek.
dağcı * Dağa tırmanma sporu yapan kimse, alpinist.
dağcıl * Dağşartlarına ve iklimine göre yetiştirilen bitki.
dağcılık * Dağa tırmanma sporu, alpinizm.
dağda bağın var, yüreğinde dağın var * malımülkü veya evlâdı olanlar kaygıve tasadan uzak olamazlar.
dağda büyümüş * kaba ve görgüsüz kimse.
dağdağa * Gürültü, patırtı, telâş, karmakarışık durum, sıkıntı.
dağdağalı * Gürültülü patırtılı.
dağdağasız * Gürültüsüz, patırtısız, sessiz ve sakin (yer veya ortam).
dağdan gelip bağdakini kovmak * sonradan geldiği bir yerde eskiden beri burada bulunan kişinin yerini almaya çalışmak.
dağdan inme * çok kaba saba kimse.
dağılım * Dağılarak birbirinden ayrılma.
* Bir toplumda veya kümede incelenen bir veya birçok özelliğin zamana, yere veya seçilen herhangi bir
değişkene göre hesaplanan sayısal ve oransal dağılışı.
* Ulusal gelirin toplumun bireyleri veya kesimleri arasındaki dağılışı.
* Mal üretiminde, katkıda bulunanlara, üretilen mallardan herhangi bir ölçüde verilmesi, dağıtılması.
* Çağrışım.
* Bir ses biriminin, anlam biriminin veya dizimin değişik kullanım veya bağlamlardaki çevrelerinin tümü.
* Birleşiminde kütle içinde tamamen eşit olarak dağılmışgerçek veya koloidal eriyik biçiminde başka bir
madde bulunan katı, sıvıveya gaz durumundaki bütün cisimlere verilen ad.
dağılış * Dağılmak işi veya biçimi, çözülme.
* Yıkılış, çöküş.
dağılma * Dağılmak işi.
* Sınırlı bölgelere toplanmış birlik, gereç ve kuruluşların düşman saldırısına karşıdaha iyi korunmalarını
sağlamak amacıyla birbirlerinden uzaklaştırılmaları.
* Aynısilâhla aynıhedefe atılan mermilerin, barut haklarının ve başka şartların değişmesi yüzünden ayrıayrı
noktalara vurması.
dağılmak * Toplu durumda iken ayrılıp birbirinden uzaklaşmak.
* Değer ve birimler belli etkenlerle, oranlı olarak bölünmek.
* Parçalanarak yayılmak, ufalanmak.
* Karışık duruma gelmek, düzeni bozulmak.
* Birliği beraberliği bozulmak.
* Bir topluluğun, kuruluşun varlığıson bulmak, fesholunmak, münfesih olmak.
* Etkisi, gücü azalmak.
dağınık * Geniş bir alana yayılmışolan.
* Bir arada olmayan, birbiriyle bağlantısı olmayan.
* Düzeni bozuk, karışık.
* Düzensiz, düzenli olmayan, tertipsiz.
* Düşüncelerini toparlayamayan.
dağınık gözenek * Ağaç başkesitindeki gözeneklerin dengeli düzende dağılım gösterme hâli.
dağınık ışık * Bir sahnenin aydınlatılmasında genel aydınlanmayısağlayan veya sahnenin genel aydınlanma derecesini
artırmakta kullanılan ışık.
dağınıkça * Biraz dağılmış, dağınık gibi.
dağınıklık * Dağınık olma durumu.
dağıntı * Karışık, gelişigüzel atılmışöteberi.
Dağıstanlı * Kuzeydoğu Kafkasya’daki Dağıstan Federe Cumhuriyeti halkından olan kimse.
dağıtıcı * Mektup, gazete vb. şeyleri dolaşarak dağıtan kimse, müvezzi.
* Motorlarda yüksek gerilimli akımıçalışma sırasına göre bujilere yayıp gönderen aygıt, distribütör.
dağıtıcılık * Dağıtma işi.
dağıtık * Kendinden geçmiş, sarhoş.

Bir yanıt yazın