dikenleşmek | * Diken durumu almak, diken gibi olmak. |
dikenli | * Dikenli olan. * Dikeni olan bitkilerin bulunduğu (yer). * Zor, çetin, sıkıntıveya üzüntü veren. |
dikenli balık | * Dikenli balıkgillerden, tatlısularda yaşayan, göğüs veya karın yüzgeçleri dikenlerden oluşmuşküçük bir balık (G. aculeatus). |
dikenli balıkgiller | * Balıklar sınıfının kemikli balıklar takımına giren bir familya. |
dikenli meyan | * Bir iki m yükseklikte, beyazımsımor çiçekli, tüysü yapraklıçok yıllık bir bitki, acımeyan (Glycyrrhiza echinata). |
dikenli salyangoz | * Karından bacaklılar sınıfından, ılık ve tropik denizlerde yaşayan, kabuğu üzerinde birçok dikeni olan bir yumuşakça (Murex). |
dikenli tel | * Üzerinde yer yer diken gibi sivri çıkıntıları olan ve bir yeri korumak, geçişi güçleştirmek için kullanılan tel. |
dikenli yüzgeçliler | * Balıklar sınıfının kemikli balıklar takımının bir alt takımı. |
dikenlice | * Dikenli olarak. |
dikenlik | * Dikenli bitkileri çok olan yer. |
dikensi | * Dikene benzer, dikeni andıran. |
dikensi çıkıntı | * Omurların, sırt boyunca alt alta duran kemik çıkıntıları. |
dikensiz | * Dikeni olmayan. * Sıkıntısız, üzüntüsüz. |
dikensiz gül olmaz | * “iyi veya güzel olan her şeyin az çok sıkıntıveren bir yanıda bulunur” anlamında kullanılır. |
dikey | * Dik olarak. * Başka bir doğru ile kesiştiğinde onunla birlikte dik açı oluşturan (doğru çizgi), amudî. |
dikgen | * Birbiriyle veya kesim noktasındaki teğetleriyle dik açıyapacak biçimde kesişen. |
dikici | * Tarımla uğraşan kimse, çiftçi. * Sökük ayakkabıları onaran veya yeni yapılan ayakkabıların dikişişini yapan kimse. * Dikişçi. |
dikicilik | * Dikicinin yaptığı iş. |
dikili | * Dikilmişolan. |
dikili ağacı olmamak | * malımülkü olmamak, yoksul olmak. |
dikili taş | * Önemli bir olayın durumu veya bir zaferin anısı için dikilmiştek parça yüksek taş, obelisk. |
dikilip durmak (veya kalmak) | * bir yerde, bir süre ayak üstünde durmak. |
dikiliş | * Dikilmek işi veya biçimi. |
dikilme | * Dikilmek işi. |
dikilmek | * Dikmek (I) işi yapılmak. * Dik duruma gelmek. * Ayakta durmak. * (göz) Belli bir noktaya uzun süre bakmak. * Karşıkoymak, engellemek. * (bazıüreme organlarıdokularına kan dolmasıyla) Sert ve dik bir duruma gelmek. |
dikilmek | * Dikmek (II) işi yapılmak. |
dikim | * Dikmek işi veya biçimi. * Bitki dikmek işi. |
dikim evi | * Giysi ve çamaşır dikilen işyeri. |
dikimhane | * Dikim evi. |
dikine | * Dikey olarak, diklemesine. * İnadına. |
dikine gitmek | * kimsenin sözünü dinlemeyerek kendi bildiğini yapmak. |
dikine tıraş | * Karşısındakini sinirlendirecek biçimde söylenilen yalan, aşırıpalavra. |
dikiş | * Dikmek işi. * Dikme biçimi. * Dikilen yer. * Giysi üzerinde gözle görülen dikilmişiplik yolu. * Dikilecek şey. * Giysi dikme işi, terzilik. * Boşaltmak üzere içmek amacıyla kaldırış. |
dikişatmak | * yarılan veya yırtılan deriyi dikişle bir araya getirip tutturmak. |
dikişiğnesi | * Dikişdikmek için özel olarak yapılmışiğne. |
dikişkaldı | * az kalsın, nerede ise, az kaldı. |
dikişmakinesi | * Dikişdikme işlerinde kullanılan, kol veya elektrik gücüyle çalıştırılan alet. |
dikişokuması | * Çingene kavgalarının en uzun ve en ağza alınmaz tekerlemesi. |
dikişpayı | * Kumaş biçerken kumaşın kenarından dikişyerine kadar bırakılan bölüm. |
dikiştutturamamak | * bir işte veya bir yerde herhangi bir sebeple uzun süre kalmamak. |
dikişçi | * Dikişdiken kimse, terzi. |
dikişçilik | * Dikişdikme işi. |
dikişini almak | * dikilmişyaranın ipliklerini kesip çıkarmak. |
dikişli | * Dikişi olan, dikişyapılmış. |
dikişsiz | * Dikişi olmayan. * Yapıştırma. |
dikit | * Mağaraların tabanında, yukarıdan damlayan kireçli suların katılaşmasıyla oluşan kolonlardan her biri, stalagmit. |
dikiz | * Bakma, gözetleme, erkete. |
dikiz aynası | * Taşıtlara veya yol dönemeçlerine arka tarafı görebilmek için konulan ayna. |
dikiz etmek (veya geçmek) | * dikizlemek. |
dikizci | * Dikizleyen kimse, gözcü, gözetleyici, erketeci. |
Kategoriler