dokunma duyusu | * Deri üzerine yapılan değme, vurma, bastırma, çekme gibi etkileri alan duyu. |
dokunmabana | * Kanser. |
dokunmak | * Nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık gibi türlü niteliklerini derinin altındaki sinir uçları aracılığıyla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek. * Karıştırmak. * Almak, kullanmak, el sürmek. * Sağlığını bozmak. * Tedirgin etmek, sataşmak. * (iyilik, kötülük gibi kavramlarda) Olmak. * (insan için) İçine işlemek, duygulandırmak, etkilemek, koymak, batmak. * İlişkin, ilgili olmak, değinmek. * Hafifçe değmek. * Onur, anlayışvb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çıkmak. |
dokunmak | * Dokumak işi yapılmak. |
dokunmatik | * Dokunma ile çalışan makine. |
dokunsal | * Dokunum ile ilgili olan. |
dokunulma | * Dokunulmak işi. |
dokunulmak | * Dokunmak işine konu olmak. |
dokunulmaz | * İlişilmez, el sürülmez, taarruzdan korunmuş. * Hiçbir biçimde eleştirilemez. |
dokunulmazlığınıkaldırmak | * ilişilmez olma durumunu, masuniyetini saymamak. |
dokunulmazlık | * Dokunulmaz, ilişilmez, karışılmaz olma durumu, masuniyet. * Anayasa veya uluslar arası gelenekler gereğince, kişilere tanınan ilişmez olma durumu veya ayrıcalık. |
dokunum | * Çevremizdeki nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık gibi niteliklerini derimiz aracılığıyla bildiren duyarlık yeteneği, lâmise. |
dokunuş | * Dokunmak (I) işi veya biçimi, temas. |
dokunuş | * Dokunmak (II) işi veya biçimi. * Dokunma ipliklerinin çaprazlama biçimi. |
dokurcuk | * Desenli veya yollu dokunmuşyün kumaş. |
dokurcun | * Ot veya ekin yığını, tokurcun. * Dokuztaşoyunu. * Çizgili şayak kumaş. |
dokutma | * Dokutmak işi. |
dokutmak | * Dokumak işini yaptırmak. |
dokuyucu | * Dokumacı. |
dokuyuş | * Dokumak işi veya biçimi. |
dokuz | * Sekizden sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 9, IX. * Sekizden bir artık olan. |
dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek | * birçok iş birden ortaya çıkıp sıkışık bir durum yaratmak. |
dokuz babalı | * Babası belli olmayan birçok erkekle düşüp kalkan bir anadan doğma. |
dokuz canlı | * Çok sağlam, kolay kolay ölmeyen. |
dokuz doğurmak | * merakla, heyecanla, sabırsızlıkla beklemek. |
dokuz körün bir değneği | * birçok kimsenin tek yardımcısı, tek dayanağı. |
dokuz köyden kovulmuş | * geçimsizliği veya başka davranışlarıyüzünden birçok yerden atılmış. |
dokuz yorgan eskitmek (veya paralamak) | * çok uzun yaşamak. |
dokuzaltmış beş | * Bkz. dokuzaltmış beşlik. |
dokuzaltmış beşlik | * Bir tabanca türü. |
dokuzar | * Dokuz sayısının üleştirme biçimi, her birine dokuz, her defasında dokuzu bir arada olan. |
dokuzgen | * Dokuz kenarı olan çokgen. |
dokuzlu | * Dokuz parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden dokuz tane bulunan. * Üzerinde dokuz işareti bulunan iskambil kâğıdı. |
dokuztaş | * Dokuz taşla oynanan ve taşların yerleri ile yürütme yollarıçizgilerle gösterilen oyun, dokurcun. |
dokuzuncu | * Dokuz sayısının sıra sıfatı, sırada sekizinciden sonra gelen. |
doküman | * Belge, vesika. |
dokümantasyon | * Belgeleme, bir çalışma için gerekli belgeleri arama ve sağlama, belgelere dayandırma. |
dokümanter | * Belgesel. |
dolaba girmek (veya gelmek) | * aldatılmak, oyuna gelmek. |
dolabı bozulmak | * kurduğu işdüzeni bozulmak. |
dolak | * Tozluk yerine bacaklara ayak bileğinden dize kadar dolanan ensiz ve uzun kumaşparçası. * Başörtüsü, yazma. * Boyun atkısı. |
dolaksız | * Dolağı olmayan, büzgüsü bulunmayan. |
dolam | * Dolamak işinin her defası. * Bir kez dolanacak miktar. |
dolama | * Dolamak işi. * Tırnak yöresindeki yumuşak bölümlerin, bazen de kemiğin iltihaplanmasından ileri gelen ağrılışiş. * Giysilerin üstüne giyilen, önü açık bir tür üstlük. * Başa sarılan bir çeşit örtü, poşu, sarık. * Çeşitli eserlerdeki barok ve rokoko üslûbunda iç içe süsleme motifi. |
dolama otu | * Dolama otugillerden, çiçekleri küçük, yeşil veya beyaz bir bitki (Paronychia serpilifolia). |
dolama otugiller | * İki çeneklilerden, örnek bitkisi dolama otu olan ve içine kasık otunu da alan karanfilgillerin alt familyası. |
dolamak | * İplik, şerit, tel gibi nesneleri bir şeyin üzerine döndürerek sarmak. * Sarmak, kavuşturmak. |
dolambaç | * Dolanarak giden, dönerek uzanan yolun kıvrıntısı. * İç kulak. * Başlık. |
dolambaçlı | * Dolambacı olan. * İçinden zor çıkılır, çapraşık. |
dolambaçsız | * Dolambacı olmayan. * Açık, doğrudan doğruya olan. |
Kategoriler