dünyadan haberi olmamak | * çevresinde olup bitenleri bilmemek. |
dünyalar (biri) -in oldu | * çok sevindi. |
dünyalı | * Dünyaya ait olan. |
dünyalığıdoğrultmak | * yaşamısüresince yetecek parayıkazanmak. |
dünyalık | * Mal, mülk, servet, para. |
dünyanın (birşey) -i | * pek çok…, hesapsız. |
dünyanın dört bucağı | * dünyanın her yanı, her yönü. |
dünyanın kaç bucak (veya köşe) olduğunu göstermek (anlamak) | * dünyada ne gibi güçlükler olduğunu bildirmek (veya anlamak), insanın başına neler gelebileceğini öğretmek veya öğrenmek. |
dünyanın öbür (veya bir) ucu | * çok uzak yerler için söylenir. |
dünyanın tadınıçıkarmak | * bütün zevklerden yararlanmak, mutlu ve rahat yaşamak. |
dünyanın ucu uzundur | * yaşadıkça insanın türlü durumlarla, çeşitli olaylarla karşılaşabileceğini anlatır. |
dünyanın yedi harikası | * Eski ulusların olağanüstü olarak niteledikleri yapılar (Mısır piramitleri, Semiramis’in asma bahçeleri, Zeus’un heykeli, Artemis tapınağı, Mausolos’un anıtkabri, İskenderiye feneri, Rodos heykeli). |
dünyasından geçmek | * her şeye karşı ilgisiz duruma gelmek. |
dünyaya gelmek | * (insan için) doğmak. |
dünyaya getirmek | * doğurmak. |
dünyaya gözlerini kapamak (veya yummak) | * (insan) ölmek. |
dünyaya kazık çakmak (veya kakmak) | * çok uzun ömürlü olmak, çok yaşamak. |
dünyayıanlamak | * dünyada neler olduğunu öğrenmek, deneyimi artmak. |
dünyayı gözü görmemek | * üzüntü, öfke, karamsarlık ve çok mutlu olma gibi durumlarda başka bir şey düşünememek, ölçülü davranamamak, yoğun olarak bir işile uğraşma. |
dünyayıharam etmek | * bir yeri yaşanılmaz duruma getirmek. |
dünyayıtoz pembe görmek | * üzücü durumlara bile iyimser gözle bakmak. |
dünyayıtutmak | * çok yayılmak, her yere dağılmak. |
dünyayızindan (zehir) etmek (veya dünyayı başına dar etmek) | * bir kimseyi çok sıkıntılı bir duruma sokmak. |
dünyevî | * Dünya ile ilgili, dünya işlerine ilişkin, uhrevî karşıtı. |
düo | * Bkz. duo. |
düpedüz | * Çok düz ve doğru bir biçimde, dümdüz olarak. * Başka bir amaç gütmeden, açıktan açığa, açıkçası, gerçekten. * Yalın, basit, süssüz, sade. |
-dür | * Bkz. -dır / -dir vb. |
-dür- | * Bkz. -dır- /-dir- vb. |
dürbün | * Uzaktaki cisimlerin görüntülerini büyütmeye veya yaklaştırmaya yarayan, objektif ve oküler adlı iki mercekten oluşan optik alet. * Gözetleme deliği. |
dürbünlü | * Dürbünü olan. |
dürbünün tersiyle bakmak | * o şeyi küçümsemek, olduğundan çok daha az önemli görmek. |
dürme | * Dürmek işi. * Lâhana. * İçine peynir, kıyma gibi şeyler konularak yenilen pişmişyufka; bir tür gözleme. |
dürmece | * Bağlarda, tomurcuk, yaprak ve salkım yiyerek yaşayan, sarımsı gece kelebeği (Sparganothis pilleriana). |
dürmek | * Bir şeyi kıvırıp silindir biçiminde kendi üzerine sarmak. * Bir şeyi üst üste katlamak. |
-dürt- | * Bkz. -dırt- / -dirt- vb. |
dürtme | * Dürtmek işi. |
dürtmek | * Ucu sivri bir şeyle hafifçe itmek. * İstenilen şeyi yaptırmak için birine kışkırtıcısöz söylemek, tahrik etmek. * Uyarmak, ikaz etmek. * Değmek, dokunmak. |
dürtü | * Fizyolojik veya ruhî dengenin değişmesi sonucu ortaya çıkan ve canlıyıtürlü tepkilere sürükleyebilen içten gelen gerilim, muharrik. |
dürtükleme | * Dürtüklemek, işi. |
dürtüklemek | * Üst üste birkaç kez dürtmek. * Birini uyarmak veya kışkırtmak. |
dürtülme | * Dürtülmek işi. |
dürtülmek | * Dürtmek işine konu olmak veya dürtmek işi yapılmak. |
dürtüş | * Dürtmek işi veya biçimi. |
dürtüşleme | * Dürtüşlemek işi. |
dürtüşlemek | * Birkaç kez dürtmek. |
dürtüşme | * Dürtüşmek işi. |
dürtüşmek | * Birbirini dürtmek. |
dürtüştürme | * Dürtüştürmek işi. |
dürtüştürmek | * Kısa aralıklarla sık sık dürtmek. |
dürü | * Dürülmüşşey. * Armağan, hediye. * Çeyiz. * Düğüne çağrılanlara düğün sahibince verilen armağan. |
Kategoriler