erce | * Erken olarak, er gibi, ere benzer biçimde. |
ercecik | * Erkenden. |
ercik | * Çiçek tozu üreten ve on tanesi çeşitli şekillerde birleşerek erkek organımeydana getiren çiçek kısmı. |
erdem | * Ahlâkın övdüğü iyilikçilik, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin genel adı, fazilet. * İnsanın ruhî olgunluğu. |
erdemli | * Erdemi olan, faziletli. |
erdemlilik | * Erdemli olma durumu, faziletlilik. |
erdemsiz | * Erdemi olmayan, faziletsiz. |
erdemsizlik | * Erdemsiz olma durumu, faziletsizlik. |
erden | * Bakir. |
erdenlik | * Bakirlik. |
erdiğine erer, ermediğine taşatar | * sataşkan, edepsiz (kimse). |
erdirme | * Erdirmek işi. |
erdirmek | * Ermesini sağlamak, ermesine yol açmak. |
ere gitmek (veya varmak) | * (kadın, kız) evlenmek. |
ere vermek | * (kız) evlendirmek. |
erek | * Gerçekleştirmek için tasarlanan ve erişmek istenilen şey, amaç, gaye, maksat, hedef. |
erek bilimi | * Evreni ereklerle araçlar arasında bir ilişkiler dizgesi olarak gören öğreti, teleoloji. * Yalnızca insan hareketlerinin değil, tarih ve tabiat olaylarının ve bütünün olduğu gibi tek tek olayların da ereklerle belirlenmişve yönetilmişolduğunu kabul eden öğreti, teleoloji. |
erekçilik | * Her şeyin bir erekle belirlendiği, bir ereğe yöneldiğini; her şeyin bir ereklik yasasına göre olup bittiğini benimseyen görüş, finalizm. |
ereklilik | * Bir erekle belirlenmişolma veya bir ereğe yönelmişolma durumu. |
ereksel | * Erek niteliğinde olan. |
ereksel neden | * Temelde bulunan erek veya varılmak istenen ereğe götüren sebep. |
eren | * Benliğinden sıyrılmış, öz varlığından geçmiş, kendini Tanrı’ya adamış, ermiş, evliya, veli. * “Erenler” biçimi eskiden dervişler arasında bir seslenme sözü olarak kullanılırdı. * Olağanüstü sezgileriyle birtakım gerçekleri gördüğüne inanılan kimse. |
Erendiz | * Jüpiter, Müşteri. |
erenlerin sağısolu olmaz | * cana yakın kişilerin bazıyersiz davranışları, bilerek yapılmadığı için hoşkarşılanmalıdır anlamında kullanılır. |
erg | * C. G. S. sisteminde, uygulama noktasını, kuvvet yönünde 1 cm hareket ettiren 1 dinlik kuvvetin yaptığı işe eşit olan iş birimi: Bir kilogram metre 981 x 105 erge eşittir. |
erg | * Büyük Sahra’da kumullarla örtülü bölge. |
erganun | * Org. |
ergen | * Ergenlik çağında olan. * Henüz evlenmemiş, bekâr. |
ergen olmak | * evlenecek çağa girmek. |
ergene | * Maden yeri. |
ergene karı boşamak kolay | * bir işin içinde olmayanların o işteki güçlükleri küçümsediklerini anlatır. |
ergenleşme | * Ergenleşmek işi veya durumu. |
ergenleşmek | * Ergenlik çağına ulaşmak. |
ergenleştirme | * Ergenleştirmek işi. |
ergenleştirmek | * Ergenlik çağına kavuşmasını sağlamak. |
ergenlik | * Cinsî organların fizyolojik gelişmesiyle başlayan, bulûğa ermişlikle yetişkinlik arasındaki dönem. * Çocukluk çağından yetişkinlik çağına geçen kimselerin yüzünde çıkan sivilceler. |
ergi | * (dil inkılâbının ilk yıllarında) İyi bir şeye erişme durumu, mazhariyet. |
ergilik | * Ergi durumu. |
ergime | * Ergimek işi, zeveban. |
ergime ısısı | * Bir katının sıvıdurumuna geçmesi için verilmesi gereken ısı. |
ergime noktası | * Bir katının katıdurumdan sıvıduruma geçmeye başladığıve ergime sona erene kadar koruduğu sıcaklık. |
ergime yasası | * Ergime kurallarının değişmez oluşumu. |
ergimek | * (sıcaklığı artırılmak yoluyla bir cisim) Katıdurumdan sıvıduruma geçmek, zeveban etmek. |
ergimiş | * Isıetkisiyle sıvıdurumuna gelmiş(katıcisim). |
ergimişmaden | * Sıvıduruma gelmişmaden. |
ergin | * Olmuş, yetişmiş, kemale ermiş. * Haklarınıkendi kullanmak için yasanın gösterdiği yaşa gelmişolan (kimse), reşit. |
erginleme | * Erginlemek işi. |
erginlemek | * Birini bir konu üzerinde aydınlatıp onu gerekli temel bilgi ve becerilerle donatarak ergin ve yetişmiş kılmak. |
erginlenme | * Erginlenmek işi veya durumu. |
erginlenmek | * Ergin duruma gelmek. |
Kategoriler