fanya | * Gözlü bir balık ağına iri gözlü ikinci bir ağeklendiğinde, bu ikinci ağa verilen ad. |
fanyol | * Bakırdan yapılmış bariton veya tenor ses veren çalgı. |
far | * Taşıtların ön bölümünde bulunan, uzağıaydınlatan güçlü ışık verici. |
far | * Kadınların süs için göz kapaklarına sürdükleri çeşitli renkte boya, düzgün. |
farad | * Elektrik sığa birimi. |
faraş | * Toplanan süprüntüleri alıp atmak için kullanılan kürek biçiminde teneke veya plâstikten, saplıkap. |
faraşgibi (veya faraşkadar) | * çok büyük veya çok genişaçılan (ağız). |
faraza | * Diyelim ki, sayalım ki, söz gelişi, ola ki, tutalım ki. |
farazî | * Bir varsayıma dayanan, varsayımsal, hipotetik. |
faraziye | * Varsayım, hipotez. |
farba | * Fırfır, farbala. |
farbala | * Fırfır. |
fare | * Sıçangillerden, küçük vücutlu, kemirgen, memeli hayvan (Mus). * Bazen sıçan yerine kullanılır. |
fare çıktığıdeliği bilir | * bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağınıanlayınca nereye sığınacağını bilir. |
fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna (veya kıçına) kabak bağlamış | * yapamayacağıkadar ağır bir işi varken başka bir işdaha yüklenmiş. * kendisi sığıntıdurumunda iken yanına bir kişi daha almış. |
fare deliği | * Gizlenecek yer. |
fare deliği bin altın | * herkesin kaçıp saklanacak bir yer aradığıdurumlarda, saklanılacak bir yer bulmak çok güçtür. |
fare dişi | * Bir iğne veya boncuk oyasıtürü. |
fare düşse, başıyarılır | * bir yerin boşve yoksulluk içinde bulunduğunu anlatır. |
fare kuyruğu | * Tahta işlemeciliğinde veya ahşap doğramada, kilit yeri açmakta kullanılan ince, dar testere. |
fare otu | * Sütleğengillerden, mavi çiçekli, tohumlarıfare zehiri olarak kullanılan bir bitki. |
farekulağı | * Çuha çiçeğigillerden, tohumu kuşyemi olarak kullanılan bitkilerin cins adı(Anagallis). * Yabanî mercanköşk. |
fareler cirit oynamak | * bir yerde kimseler bulunmamak. |
farenjit | * Yutak iltihabı, hunnak, anjin. |
farfara | * Ağzıkalabalık, gürültücü. * Övüngen. |
farfaracı | * Gürültücü, şamatacı(kimse). |
farfaracılık | * Farfaracı olma durumu. |
farfaralık | * Farfara olma durumu, farfara davranış. |
farıma | * Farımak işi. |
farımak | * Güçsüz düşmek, yorulmak. * Eskimek, yıpranmak. * Vazgeçmek, usanmak. * Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak. |
fariğ | * Vazgeçmiş, çekilmiş. * Sıkıntısız, rahat. * (bir mülkün) Kullanma hakkını başkasına bırakan. |
fariğolmak | * vazgeçmek, çekilmek, el çekmek. |
farika | * Bir şeyin benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, ayırmaç. |
faril | * Balık ağlarının alt ve üst yanlarına geçirilen keçi kılından yapılmışip. |
Farisî | * Farsça. |
fariza | * Tanrı buyruğu. * Yapılması gerekli ödev, görev. * Şeriata uygun bir biçimde mirasçılara düşen pay. |
fark | * Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasınısağlayan ayrılık; benzer şeyleri birbirinden ayıran özellik, başkalık, ayrım. * Ayrım. * Çıkarma işleminin sonucu. |
fark atmak | * ileri gitmek, çok üstün gelmek. |
fark etmek | * görmek, seçmek. * anlamak, sezmek. * değişmek, başkalaşmak. * ayırt etmek. |
fark etmez | * önemi yok, etkisi olmaz, değişmez. |
fark gözetmek | * ayrıtutmak. |
fark olunmak | * seçilip ayırt edilmek. * anlaşılmak. * sezilmek. |
farkına varmak | * gözüne çarpmak, fark etmek, anlamak. |
farkında olmak | * sezmek, anlamak. |
farkında olmamak | * görülmesi veya bilinmesi gereken şeylerden haberi bulunmamak, kavranması gereken bir şeye dikkat etmemek. |
farklı | * Farkı olan, aralarında fark bulunan, değişik, ayrımlı. |
farklıca | * Farklı gibi. |
farklılaşma | * Farklılaşmak işi, ayrımlaşma. * Ayrımlaşma. |
farklılaşmak | * Farklıduruma gelmek, ayrımlaşmak. |
farklılaştırma | * Farklılaştırmak işi. |
Kategoriler