Kategoriler
F SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük F Sayfa 4

fanya * Gözlü bir balık ağına iri gözlü ikinci bir ağeklendiğinde, bu ikinci ağa verilen ad.
fanyol * Bakırdan yapılmış bariton veya tenor ses veren çalgı.
far * Taşıtların ön bölümünde bulunan, uzağıaydınlatan güçlü ışık verici.
far * Kadınların süs için göz kapaklarına sürdükleri çeşitli renkte boya, düzgün.
farad * Elektrik sığa birimi.
faraş * Toplanan süprüntüleri alıp atmak için kullanılan kürek biçiminde teneke veya plâstikten, saplıkap.
faraşgibi (veya faraşkadar) * çok büyük veya çok genişaçılan (ağız).
faraza * Diyelim ki, sayalım ki, söz gelişi, ola ki, tutalım ki.
farazî * Bir varsayıma dayanan, varsayımsal, hipotetik.
faraziye * Varsayım, hipotez.
farba * Fırfır, farbala.
farbala * Fırfır.
fare * Sıçangillerden, küçük vücutlu, kemirgen, memeli hayvan (Mus).
* Bazen sıçan yerine kullanılır.
fare çıktığıdeliği bilir * bir kabahate, suça veya gizli işe kalkışan kişi, yakalanacağınıanlayınca nereye sığınacağını bilir.
fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna (veya kıçına) kabak bağlamış * yapamayacağıkadar ağır bir işi varken başka bir işdaha yüklenmiş.
* kendisi sığıntıdurumunda iken yanına bir kişi daha almış.
fare deliği * Gizlenecek yer.
fare deliği bin altın * herkesin kaçıp saklanacak bir yer aradığıdurumlarda, saklanılacak bir yer bulmak çok güçtür.
fare dişi * Bir iğne veya boncuk oyasıtürü.
fare düşse, başıyarılır * bir yerin boşve yoksulluk içinde bulunduğunu anlatır.
fare kuyruğu * Tahta işlemeciliğinde veya ahşap doğramada, kilit yeri açmakta kullanılan ince, dar testere.
fare otu * Sütleğengillerden, mavi çiçekli, tohumlarıfare zehiri olarak kullanılan bir bitki.
farekulağı * Çuha çiçeğigillerden, tohumu kuşyemi olarak kullanılan bitkilerin cins adı(Anagallis).
* Yabanî mercanköşk.
fareler cirit oynamak * bir yerde kimseler bulunmamak.
farenjit * Yutak iltihabı, hunnak, anjin.
farfara * Ağzıkalabalık, gürültücü.
* Övüngen.
farfaracı * Gürültücü, şamatacı(kimse).
farfaracılık * Farfaracı olma durumu.
farfaralık * Farfara olma durumu, farfara davranış.
farıma * Farımak işi.
farımak * Güçsüz düşmek, yorulmak.
* Eskimek, yıpranmak.
* Vazgeçmek, usanmak.
* Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak.
fariğ * Vazgeçmiş, çekilmiş.
* Sıkıntısız, rahat.
* (bir mülkün) Kullanma hakkını başkasına bırakan.
fariğolmak * vazgeçmek, çekilmek, el çekmek.
farika * Bir şeyin benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, ayırmaç.
faril * Balık ağlarının alt ve üst yanlarına geçirilen keçi kılından yapılmışip.
Farisî * Farsça.
fariza * Tanrı buyruğu.
* Yapılması gerekli ödev, görev.
* Şeriata uygun bir biçimde mirasçılara düşen pay.
fark * Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasınısağlayan ayrılık; benzer şeyleri birbirinden ayıran
özellik, başkalık, ayrım.
* Ayrım.
* Çıkarma işleminin sonucu.
fark atmak * ileri gitmek, çok üstün gelmek.
fark etmek * görmek, seçmek.
* anlamak, sezmek.
* değişmek, başkalaşmak.
* ayırt etmek.
fark etmez * önemi yok, etkisi olmaz, değişmez.
fark gözetmek * ayrıtutmak.
fark olunmak * seçilip ayırt edilmek.
* anlaşılmak.
* sezilmek.
farkına varmak * gözüne çarpmak, fark etmek, anlamak.
farkında olmak * sezmek, anlamak.
farkında olmamak * görülmesi veya bilinmesi gereken şeylerden haberi bulunmamak, kavranması gereken bir şeye dikkat
etmemek.
farklı * Farkı olan, aralarında fark bulunan, değişik, ayrımlı.
farklıca * Farklı gibi.
farklılaşma * Farklılaşmak işi, ayrımlaşma.
* Ayrımlaşma.
farklılaşmak * Farklıduruma gelmek, ayrımlaşmak.
farklılaştırma * Farklılaştırmak işi.

Bir yanıt yazın