fingir fingir | * Davranışve sözlerdeki aşırılığı anlatmak için fingirdemek fiiliyle birlikte kullanılır. |
fingirdek | * Aşırıderecede oynak ve kırıtkan, cilveli (kadın). |
fingirdeme | * Fingirdemek işi. |
fingirdemek | * Dikkati çekecek kadar kırıtkan, oynak davranmak. |
fingirdeşme | * Fingirdeşmek işi. |
fingirdeşmek | * Birbiriyle fingirdeşmek. |
finiş | * Bitme. * Bir yarışın son bulduğu yer veya çizgi, varış. |
finişe kalkmak | * uzun veya orta mesafe koşularda varışa yaklaşırken hızıartırmak. |
fink | * “Hiçbir şeye aldırmadan gönlünce gezip eğlenmek” anlamına gelen fink atmak deyiminde geçer. |
fino | * Çok tüylü küçük bir köpek türü. * Esrar. |
firak | * Ayrılış, ayrılık. |
firaklı | * Üzüntülü, dokunaklı, içe işleyen. |
firar | * Kaçma, kurtulma. * Bir sanık, tutuklu veya hükümlünün gözcülerin elinden kurtulması. |
firar etmek | * kaçmak. |
firara kadem basmak | * kaçmak. |
firarî | * Kaçak, kaçkın, kaçmışolan (kimse). |
firavun | * Eski Mısır hükümdarlarına verilen unvan. * Kibirli, suratsız ve kötü yürekli kimse. * İskambil kâğıtlarıyla oynanan bir çeşit oyun. |
firavun faresi | * Etçillerden, Afrika’da, özellikle Mısır’da yaygın, kedi büyüklüğünde bir hayvan (Herpestes ichneumon). |
firavun inciri | * Frenk inciri. |
firavunlaşma | * Firavunlaşmak işi. |
firavunlaşmak | * Kötü, acımasız bir insan olmak. |
firavunluk | * Firavun olma durumu. * Firavunun görevi. |
fire | * Her tür ticarî malda kuruma, dökülme, bozulma gibi sebeplerle eksilme, ağırlık yitimi. * Bir işyapılırken çıkan artık parça. |
fire vermek | * kuruma dolayısıyla eksilmek. |
firez | * Ekin. * Yeni çıkmaya başlamışekin. * Biçilmiştarlada kalan tahıl kökleri, anız. |
firfiri | * Parlak kızıl renk. * Bu renkte olan. |
firik | * Olgunlaşmak üzere olan tahıl. * Çerez olarak yenen tahıl kavurgası. |
firiştahı gelse | * en güçlüsü, en yetkilisi, en üstünü olsa. |
firkat | * Ayrılış, ayrılık. |
firkate | * Bkz. fırkata. |
firkateyn | * Üç direkli, bir tür yelkenli savaşgemisi. |
firkete | * Kadınların saçlarınıtutturmak için kullandıklarıU biçimindeki naylon, tel veya bağadan saç tokası. |
firketeleme | * Firketelemek işi. |
firketelemek | * Firkete ile tutturmak. |
firma | * Tüzel kişiliği olsun olmasın bir ekonomik etkinlik birimi. |
firuze | * Küpe ve yüzük taşı gibi bezek işlerinde kullanılan, mavi renkli, saydam olmayan hidratlıdoğal alüminyum ve fosfattan oluşan değerli bir mineral. |
fisebilillâh | * Hiçbir karşılık beklemeden. |
fiske | * Parmaklardan birinin ucunu başparmağın başına iliştirip birdenbire ileriye fırlatarak yapılan vuruş. * İki parmak ucu ile tutulabilen miktar. * İnsan derisinde herhangi bir sebeple ortaya çıkan ufak ve içi su dolu kabartı. |
fiske fiske kabarmak (veya olmak) | * kabarcıklar oluşmak. |
fiske kondurmamak (veya dokundurmamak) | * bir kimse veya nesneyi en küçük bir tehlikeden bile korumak, titizlikle savunmak. |
fiskeleme | * Fiskelemek işi. |
fiskelemek | * Fiske vurmak. * Hafifçe sitem etmek. |
fiskos | * Başkalarının duyamayacağı biçimde gizli ve alçak sesle konuşma. |
fiskos etmek | * başkalarının bulunduğu yerde birkaç kişi gizlice, alçak sesle konuşmak. |
fistan | * Giysi. * (İskoç, Arnavut ve Yunanlılarda) Erkeklerin giydikleri kısa, plili eteklik. |
fistanlı | * Fistan giymiş. |
fistanlık | * Fistan yapmaya elverişli. |
fistansız | * Fistan giymemiş. |
fisto | * Elde veya makinede işlenmişsüslü şerit. * Dantele benzer süsleri olan bir tür kumaş. * Bu kumaştan yapılmış. |
fistolu | * Üzerine fisto dikilmişolan. |
Kategoriler