gez | * Yer ölçmeye yarar düğümlü ip. * Yapı işlerinde kullanılan çekül. |
gez göz arpacık | * tüfekle yapılan atışlarda daha iyi nişan almak için kullanılan bir söz grubu. |
gezdirilme | * Gezdirilmek işi. |
gezdirilmek | * Gezdirmek işi yapılmak. |
gezdiriş | * Gezdirmek işi veya biçimi. |
gezdirme | * Gezdirmek işi. |
gezdirmek | * Birinin gezmesini sağlamak, dolaştırmak. * Tanıtmak amacıyla dolaştırmak. * Bir şeyi başka bir şeyin üzerinde dolaştırarak dökmek. * Sürterek, değdirerek hareket ettirmek. * Bir şeyi herkesin alması için dolaştırmak, sunmak. * Herhangi bir biçimde giydirmek. |
geze almak | * tüfeği hedefe doğrultmak. |
gezegen | * Güneşçevresinde dolanan, ondan aldıklarıışığıyansıtan gök cisimlerinin ortak adı, seyyare, plânet. |
gezegenler arası | * Güneşçevresinde dolanan cisimler arasındaki boşluk. |
gezeğen | * Çok gezen (kimse). |
gezeleme | * Gezelemek işi. * Düğünden sonra, gelin ve damadın akrabalarına yaptıklarıziyaret. |
gezelemek | * Gezinmek. * Sıkıntılı bir durumda dolaşmak, gezinmek. |
gezenti | * Vaktini gezmekle geçiren, gezmeyi çok seven, gezeğen. |
gezerçalar | * Pille çalışan kulaklık aracılığı ile müzik dinlemeye yarayan, insanın üzerinde taşıyabileceği teyp, walkman. |
gezgin | * Gezmek, tanımak, görmek, dinlenmek amacıyla geziye çıkan (kimse). |
gezginci | * Gezerek işgören, gezici, seyyar. |
gezgincilik | * Gezginci olma durumu. |
gezginlik | * Gezgin olma durumu, turistlik, seyyahlık. |
gezi | * Ülkeler veya şehirler arasında yapılan uzun yolculuk, seyahat. * Gezilip hava alınacak yer. * Gezinti yeri. |
gezi | * Pamuk ve ipekle karışık dokunmuşhareli kumaş. * Bu kumaştan yapılmışolan. |
gezi yazısı | * Gezilip görülen yerleri, özelliklerini, oralardaki insanların yaşantılarını, geleneklerini anlatan düz yazı. |
gezici | * Gezerek işgören, gezginci, seyyar. * Halk topluluklarına eğitim ve öğretim amacıyla götürülen (hizmet). |
gezici topluluk | * Belli bir yeri olmayıp özel araçlarla dolaşarak oyunlar sergileyen topluluk. |
gezicilik | * Gezici olma durumu. |
geziliş | * Gezilmek işi veya biçimi. |
gezilme | * Gezilmek işi. |
gezilmek | * Gezmek işi yapılmak, dolaşılmak. |
gezimcilik | * Derslerini öğrencileriyle birlikte gezinerek veren Aristoteles’in felsefesi, Aristotelesçilik, peripatetizm. |
geziniş | * Gezinmek işi veya biçimi. |
gezinme | * Gezinmek işi, seyran. |
gezinmek | * Eğlenmek, vakit geçirmek için gezmek, dolaşmak, seyran etmek. * Belirli bir çevre içinde gezip durmak. * Özellikle doğaçtan yapılan müzikte, ezgiyi belli bir makam anlayışı içinde değişik perdeler üzerinde çalmak, dolaşmak. |
gezinti | * Uzak olmayan bir yere yapılan gezi, tenezzüh. * Kale duvarlarının iç tarafında kuleleri birbirine bağlayan dar yol. * Evlerde oda kapılarının açıldığı aralık, koridor. * Sofa, balkon. * Bir çalgıyla belli bir parça çalmaksızın ezgiler çıkarma işi. |
gezinti yeri | * Yürüyüşyapmak, dolaşmak ve hava almak amacıyla ayrılmışyol veya bölge, promönat. |
gezip tozmak | * eğlenmek amacıyla çokça gezmek. |
geziş | * Gezmek işi veya biçimi. |
geziye çıkmak | * uzak yerleri dolaşmak. |
gezleme | * Gezlemek işi. |
gezlemek | * Bir yeri ölçmek. * Bir hedefi vurmak için silâha gerekli doğrultuyu vermek, nişan almak. * Okun gezini kirişe yerleştirmek. |
gezlik | * Eğri kılıçların ağız bölümü. |
gezme | * Gezmek işi, seyran. |
gezmek | * Hava almak, hoşvakit geçirmek gibi bir amaçla bir yere gitmek, seyran etmek. * Bir yerde dolaşmak, yürümek. * Gitmek, başvurmak. * Bulunmak. * Bir yeri görüp incelemek. * (hasta için) Ayağa kalkmak. * Herhangi bir biçimde gezinmek. * Bir yerde gezi yapmak. |
gezmen | * Gezgin. |
-gı/ -gi, -gu / -gü | * Fiilden isim türeten ek: çal-gı, sil-gi, sor-gu, gör-gü; as-kı, tep-ki, coş-ku, küs-kü vb. |
gıcık | * Boğazda duyulup aksırtan, öksürten yakıcıkaşıntı. * Sözleriyle, davranışlarıyla karşısındakini kızdıran, sinirlendiren, sıkan (kimse). * Beyaz renkli, dağlıç koyununa benzer vücut yapısında, kuyruğu son omurlara kadar yağkitlesi ile kaplıve bu sebeple alt kısmıyuvarlakça görünen, kaba, karışık yapağılı bir koyun türü. |
gıcık almak (kapmak veya olmak) | * bir davranışa veya bir kimseye sürekli sinirlenmek. |
gıcık etmek | * sinirlendirmek, öfkelendirmek, kızdırmak. |
gıcık tutmak | * bir süre boğaz gıcıklamasına yakalanmak. |
gıcık vermek | * boğazıyakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak. |
gıcıkça | * Gıcık bir biçimde (olan). |
Kategoriler