hudutsuz | * Sınırsız. |
huğ | * Çubuk veya kamıştan yapılmış bağve bahçe kulübesi. |
hukuk | * Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü, tüze. * Bu yasalarıkonu alan bilim. * Yasaların ceza ile ilgili olmayıp alacak verecek gibi davaları ilgilendiren bölümü. * Haklar. * Ahbaplık, dostluk. |
hukukçu | * Hukuku meslek edinen, hukukla uğraşan (kimse). |
hukukçuluk | * Hukukçu olma durumu. |
hukuken | * Hukukî olarak. |
hukukî | * Hukuk ile ilgili, tüzel. |
hukukî metroloji | * Metrolojinin, hukukî konuların gerektirdiği durumlarda, ölçme metotları, ölçme birimleri ve ölçme aletleri ile ilgili olan kısmı. |
hukuklu | * Hukuk fakültesi öğrencisi olan (kimse). |
hukuksal | * Hukukî. |
hukuksuzluk | * Hukuksuz olma durumu. |
hulâsa | * Özet, fezleke. * Öz. * Herhangi bir maddenin, alkol, eter gibi bir eritici ile ayrılmışveya başka bir yol ile elde edilmişetkili özü. * Kısacası, sözün kısası. |
hulâsa etmek | * özetlemek. |
hulâsaten | * Özet olarak, kısaca. |
huligan | * Holigan. |
hulliyat | * Kadın süs eşyası, asım takım, takı. |
hulûl | * Gelme, gelip çatma. * Girme, sinme. * Geçişme, ozmos. * Tanrıruhunun herhangi bir bedene girdiğine inanmak. |
hulûl etmek | * girmek, dahil olmak. |
hulûs | * Gönül temizliği. |
hulûs çakmak | * dalkavukluk etmek, yaranmaya çalışmak. |
hulûskâr | * Temiz duygulu, içten. * Dalkavuk, şakşakçı. |
hulûskârlık | * Temiz duygululuk, içtenlik. * Dalkavukça davranış. |
hulya | * Kuruntu. * Tatlıdüş, hayal. |
hulyalaşma | * Hulyalaşmak durumu. |
hulyalaşmak | * Hulya durumuna gelmek. |
hulyalaştırma | * Hulyalaştırmak biçimi. |
hulyalaştırmak | * Hulya durumuna getirmek. |
hulyalı | * Hayal kuran veya insanıhayal kurmaya sürükleyen. |
hulyaya dalmak | * hayal kurmak. |
humar | * İçki veya uyku sersemliği. |
humbara | * Demir veya tunçtan dökülmüş, yuvarlak ve boşolan içine patlayıcımaddeler doldurulup havan topu veya el ile atılan yuvarlak bir tür bomba, kumbara. |
humbara ocağı | * Humbara yapan veya savaşta humbara kullanan bölük. |
humbaracı | * Humbara kullanan asker, kumbaracı. |
humbarahane | * Humbara yapılan fabrika, kumbarahane. * Humbaracıyetiştirmek amacıyla 1739’da açılan ilk Türk askerî okullarından biri. |
humma | * Ateşli hastalık. * Sıtma. |
hummalı | * Humması olan. * Sürekli, sıkı, yoğun, hararetli. |
humus | * Bitkilerin çürümesiyle oluşan koyu renkte organik toprak. |
humus | * İyice ezilmişnohut, tahin ve baharatla hazırlanan bir yemek. |
hun | * Kan. |
hunhar | * Kana susamış, kan dökücü. |
hunharca | * Hunhara yakışır bir biçimde. |
hunharlık | * Kan dökücülük, zalimlik. |
huni | * Bir sıvıyıağzıdar bir kaba aktarmak için kullanılan koni biçimindeki araç. * Ağızlık. |
hunnak | * Boğak, anjin. |
hunriz | * Kan dökücü, kanlı. |
hura | * Bkz. hurra. |
hurafe | * Dine sonradan girmiş boşinanç. |
hurç | * Genellikle yelken bezinden veya meşinden yapılmış büyük heybe. |
hurda | * Parçalanmış, döküntü durumuna gelmiş. * İşe yarayamayacak derecede bozulup sakatlanmış, zarar görmüş. * Eski maden parçası. |
hurdacı | * Hurda alıp satan kimse. |
Kategoriler