kaligrafi | * Harfleri güzel biçimler vererek yazma sanatı, güzel yazısanatı, hüsnühat. |
kaliko | * Pamuk iplikleriyle yapılan ilk cilt bezi. |
kalinis | * Bir tür yağmur kuşu, su tavuğu. |
kalinos | * Levreğe benzer bir balık. |
kalipso | * Jamaika’dan yayılmış, iki zamanlı bir dans. * Bu dansın müziği. |
kaliptra | * Kökün büyüme bölgesinin üzerini örten yüksük şeklindeki koruyucu doku. |
kalite | * Bir şeyin iyi veya kötü olma özelliği, nitelik. * (Fransızcada kullanılmaz) Üstün nitelikli. |
kalite çemberleri | * Bir işyerinde işin daha etkili ve verimli yapılabilmesi için, bilgi akışının hızlanması, bilgi paylaşımının artmasısâyesinde, gönüllülerin ekipler oluşturması. |
kalite kontrolü | * Her türlü malın üretiminin başlangıcından mal çıkışına kadar nitelik ve özelliğinin belirlenmesi için yapılan analiz ve denetim. |
kalite riski | * Alıcının, varışyerine gelen malının kalitesi için yüklendiği riziko. |
kaliteli | * Nitelikli. |
kalitesiz | * Niteliksiz. |
kalitesizlik | * Niteliksizlik. |
kalk borusu | * Bir kıtayıveya bir gemideki tayfalarıuyandırmak için belirli saatte boru ile verilen işaret. |
kalkan | * Oktan veya kılıçtan korunmak için savaşçıların kullandığıkorunmalık. * Toplum olaylarında güvenlik görevlilerinin çeşitli saldırıaraçlarından kendilerini ve başkalarınıkorumak için kullandıkları, özel olarak yapılmışkorumalık. * Koruyucu. |
kalkan | * Yan yüzergillerden, büyük, yassı, derisi düğme veya çivi denilen birtakım sivri kemiklerle örtülü, beyaz etli balık (Scophtalmus maximus). |
kalkan balığı | * Kalkan. |
kalkan balığı giller | * Denizlerin kumlu, çamurlu diplerinde yaşayan, yassı bedenli, kemikli balıklar familyası. |
kalkan bezi | * Gırtlağın ön ve alt bölümünde bulunan, salgısınıkana veren, çok damarlı, önemli bir bez, tiroit. |
kalkan böcekleri | * Bir çok türü, tarım ve orman bitkilerinde asalak olarak yaşayan, kın kanatlarıkalkanımsı böcekler familyası. |
kalkancık | * Tohum içerisinde embriyonu besi dokuya bağlayan, onu besin deposundan ayıran ve besin maddelerini absorbe ederek embriyona veren zar gibi ince ve kalkan şeklinde bir parça. |
kalker | * Kireç taşı. |
kalkerleşme | * Kalkerleşmek işi. |
kalkerleşmek | * (toprak) Kireçlenmek. |
kalkerli | * Birleşiminde kireç taşı bulunan. |
kalkersiz | * Birleşiminde kireç taşı bulunmayan. |
kalkık | * Düzeyine göre yüksekte olan. * Kabararak yerinden ayrılmış. * Dik durumda, ucu yukarıdoğru olan. |
kalkıklık | * Kalkık olma durumu. |
kalkındırma | * Kalkındırmak işi. |
kalkındırmak | * Kalkınmasını sağlamak, kalkınmasına yol açmak. |
kalkınış | * Kalkınmak işi veya biçimi. |
kalkınma | * Kalkınmak işi. * İyileşme, şifa bulma. |
kalkınma hızı | * Belirli iki tarih arasında ekonomide büyüme veya gelişme durumu. |
kalkınmak | * Durumunu düzeltmek, aşamalı bir biçimde gelişmek, ilerlemek. |
kalkıp kalkıp oturmak | * öfkesini vücut kımıldanışlarıyla belli etmek. |
kalkış | * Kalkmak işi veya biçimi. |
kalkışa geçmek | * (uçak) havalanmak için pistten ayrılmak. |
kalkışılma | * Kalkışılmak durumu. |
kalkışılmak | * Kalkışmak işine konu olmak. |
kalkışma | * Kalkışmak işi. * İsyan, ayaklanma, kıyam. |
kalkışmak | * Yetenek, imkân ve gücü aşan bir işe girişmek. * Girişmek, başlamak. |
kalkma | * Kalkmak işi. |
kalkmak | * Oturuşdurumundan dik duruma gelmek, doğrulmak. * Uyanarak yataktan ayrılmak. * Gitmek üzere yerinden ayrılmak. * Yukarıdoğru yükselmek. * (taşıtlar için) Yola çıkmak. * Uçmak. * Yerinden ayrılıp yol almaya başlamak. * (hayvan) İki art ayağıüzerinde dik durum almak. * Kabarmak, ayrılmak. * (kapak, örtü) Kaldırılmak, alınmak. * Derlenip götürülmek. * İyileşerek gezecek duruma gelmek. * Varlığı, hayatıson bulmak. * Yok olmak, artık bulunmamak. * Girişmek, başlamak, davranmak, yeltenmek. * Geçerli olmamak, geçerliğini yitirmek, geçmez olmak. * Uygulanmaz olmak. * Güncelliğini yitirmek. * Geçmek. * Başka yere gitmek, taşınmak. * Ayakta beklemek. |
kalkojen | * Periyodik dizgede, altıncı gruptaki oksijen, kükürt, selenyum, tellür, polonyum elementlerinin genel adı. |
kalkolitik | * Bakırın kullanılmaya başlamasıyla nitelenen (tarih öncesi dönem). |
kallavi | * Vezir ve sadrazamların giydikleri bir çeşit kavuk. * Çok iri, kocaman. |
kallavi fincan | * İri, kulpsuz fincan. |
kallem | * “Allem etmek, kallem etmek” sözünde geçer. |
kalleş | * Sözünde durmayıp bir işin yüzüstü kalmasına yol açan; birine gizlice kötülük eden. |
kalleşçe | * Kalleşe yaraşır (biçimde). |
Kategoriler