kavaf işi | * Özensiz ve gelişigüzel yapılmışolan. |
kavaflık | * Kavaf olma durumu. * Kavafın işi. |
kavait | * Kurallar, kaideler. |
kavak | * Söğütgillerden, sulak bölgelerde yetişen, boyu bazıtürlerinde otuz veya kırk m ye değin çıkan, kerestesinden yararlanılan bir ağaç (Populus). |
kavak inciri | * Açık mor renkli bir tür incir. |
kavakçılık | * Kavak yetiştirme işi. |
kavaklık | * Kavaklarıçok olan veya kavak ağacıyetiştirilen yer. |
kaval | * Kamıştan yapılan, genellikle çobanların çaldığı, yumuşak sesli, perdeli büyük düdük. |
kaval kemiği | * Baldırda olan iki kemikten kalını. |
kaval tüfek | * Namlusu yivsiz tüfek. |
kavalcı | * Kaval yapan, satan veya çalan kimse. |
kavalye | * Kadına, dansta eşolan veya bir yerde, toplantıda arkadaşlık eden erkek. * Kibar erkek. |
kavalyelik | * Kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etme. |
kavalyelik etmek | * kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etmek. |
kavanço | * Yelkeni bir bordadan öbür bordaya geçirme. * Değiştirme, aynıtürden bir şeyin yerine bir başkasınıkoyma. * Bir işi başka birine yükleme, başına sarma. |
kavanoz | * Topraktan veya camdan, ağzı geniş, orta veya ufak boyda kap. * … kavanoz dolusu. |
kavanoz dipli dünya | * “boşdünya, yalan dünya, fani dünya” anlamında üzülmemeyi, biraz boşvermeyi, acınmamayıanlatan söz. |
kavara | * Balıalınmışpetek. * Kovanda özellikle kışaylarında arıların yemesi için bırakılan bal. |
kavara | * Yel, gaz. * Gürültü, patırtı. |
kavara çekmek | * yellenmek. |
kavaracı | * Gürültücü. |
kavas | * Elçilik veya konsolosluklarda görev yapan hizmetli. * Elçilik ve konsolosluklarda koruma görevlisi. * Banka, patrikhane ve otel gibi yerlerde hizmetli veya koruma görevlisi. |
kavaslık | * Kavas olma durumu veya kavasın görevi. |
kavasya | * Acıağaç. |
kavat | * Yolsuz, yasa dışıveya gizli, cinsî birleşmelerde aracılık eden erkek, pezevenk. |
kavata | * Oyma ağaç kap. * Sert ve fazla kızarmayan bir domates türü (Solanum capsicum grossum). |
kavelâ | * Halatların dikişlerinde kullanılan demir veya ağaç kama. |
kavga | * Düşmanca davranışveya sözlerle ortaya çıkan çekişme veya dövüş, münazaa. * Savaş. * Herhangi bir amaca erişmek, bir şeyi elde etmek veya bir şeye karşıkoyabilmek için harcanan çaba, verilen mücadele. |
kavga adamı | * Düşünce ve inançlarınıson kerteye kadar hararetle savunan (kimse). |
kavga bizim yorganın başına imiş | * başkalarıyüzünden zarar gören kimsenin söylediği söz. |
kavga çıkarmak | * kavgaya sebep olmak. |
kavga çıkmak | * dövüşmeydana gelmek. |
kavga etmek | * birbiriyle atışmak, dövüşmek. |
kavga kaşağısı | * Ara bozup kavga çıkartan, kavga arayan kimse. |
kavga kopmak | * dövüş başlamak. |
kavgacı | * Kavga etmeyi seven, kavga çıkaran (kimse). * Bir amaç uğruna çaba harcayan, mücadele veren (kimse). |
kavgacılık | * Kavgacının tutumu veya alışkanlığı. |
kavgada yumruk sayılmamak | * kavga sırasında dayak da yenir, dayak da atılır. |
kavgalaşma | * Kavgalaşmak işi. |
kavgalaşmak | * İki veya daha çok kimse birbiriyle kavga etmek. |
kavgalı | * Kavgayla yapılan veya içine kavga karışan. * Birisiyle kavga ederek darılmışolan, dargın. |
kavgasız | * Kavgası olmayan. * Çatışma, kavga olmadan. |
kavgasızlık | * Kavgasız olma durumu. |
kavgaya girişmek (veya tutuşmak) | * kavgaya başlamak. |
kavi | * Dayanıklı, güçlü, zorlu. * Sıkı. |
kavil | * Söz. * Sözleşme, anlaşma. |
kavileşme | * Kavileşmek işi. |
kavileşmek | * Sağlamlaşmak, pekişmek. |
kavileştirme | * Kavileştirmek işi. |
kavileştirmek | * Sağlamlaştırmak, pekitmek, pekiştirmek. |
Kategoriler