Kategoriler
K SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük K Sayfa 76

kemal * Bilgi ve erdem bakımından olgunluk, yetkinlik, erginlik, eksiksizlik.
* En yüksek değer.
kemale ermek (gelmek veya kemal bulmak) * (kema:le) olgunlaşmak.
Kemalist * Atatürkçü.
Kemalizm * Atatürkçülük.
Kemalpaşa tatlısı * Un, yağve yumurta karışımıkurabiyelerin sıcak şeker şerbetine atılarak yapılan tatlı.
keman * Yay.
* Dört telli, çenenin altına dayayarak çalınan yaylıçalgı.
keman gibi * ince, düzgün (kaş).
keman yayı * Kemana takılan ses vermeyi sağlayan tel.
kemancı * Keman yapan veya çalan kimse.
kemancılık * Kemancının işi.
kemane * Keman ve kemençe yayı.
* Ağaç gemilerde talimarın üst ucundaki kıvrım.
* Bir tür halk çalgısı.
* Delgi veya küçük torna çevirmek için kullanılan ok yayı biçimindeki araç.
kemane çekme * Yağlı güreşte, elleri hasmının arkasından göğsü üzerinde kilitledikten sonra midesi ve karnıüzerinde
kuvvetli bir biçimde ve bastıra bastıra gezdirme.
kemanî * Alaturka müzikte keman çalan kimse.
kemankeş * Ok atıcı, okçu.
keme * Büyük sıçan.
* Domalan.
kemençe * Yayla, diz üzerinde çalınan, kemana benzer üç telli küçük bir çalgı.
kemençeci * Kemençe çalan veya yapan kimse.
kement * Hayvanlarıyakalamak için kullanılan, ucu ilmikli, kaygan uzun ip.
* İdam için kullanılan yağlıkayış.
kement atmak * kemendi bir ucu elde kalacak biçimde ileri doğru fırlatmak.
kementlemek * Kement geçirmek.
kemer * Bele dolayarak toka ile tutturulan, kumaş, deri veya metalden yapılan bel bağı.
* Etek, pantolon gibi giysilerin bele gelen bölümü.
* Özellikle yolculukta kullanılan, üzerinde altın para yerleştirmeye yarar gözleri olan meşin kuşak.
* İki sütun veya ayağı birbirine üstten yarım çember, basık eğri, yonca yaprağı gibi biçimlerde bağlayan ve
üzerine gelen duvar ağırlıklarını, iki yanındaki ayaklara bindiren tonos bağlantı.
* Bkz. emniyet kemeri.
* Kemiklerden oluşmuşkemer biçiminde tavan.
* Katmanlıkayaçlarda bir kıvrımın kabarık tepe yeri, tekne karşıtı.
* Tümsekli.
kemer bağlama * Aile büyüğünün, gelinin beline altın veya gümüşkemer bağlamasıtöreni, kuşak bağlama.
kemer gözü * Kemerle ayaklarıarasındaki boşluk.
kemer patlıcanı * Bir çeşit ince uzun patlıcan.
kemere * Gemi güvertesinin enine konmuşkirişlerinden her biri.
kemeri dolu olmak * çok zengin olmak.
kemerini sıkmak * açlığa veya tutumlu davranmaya katlanmak.
kemerleme * Kemerlemek işi.
kemerlemek * Ciltçilikte dikişten sonra kitabın sırtına yuvarlak bir biçim vermek.
kemerli * Üzerinde kemeri olan veya kemer takılmışolan.
* Kemer biçiminde olan.
* Kavisli olan.
kemerlik * Bazı işçi ve satıcıların araç veya gereçlerini koymak için bellerine taktıkları, gözlere ayrılmış, tahta, meşin
veya metal kemer.
* Kemer yapımında kullanılan.
kemersiz * Kemeri olmayan.
kemha * Bir çeşit ipek kumaş.
kemiğine (kemiklerine) kadar * iyice, en son sınıra dek.
kemik * İnsanın ve omurgalıhayvanların çatısını oluşturan türlü biçimdeki sert organların genel adı.
* Kemikten yapılmış.
kemik atmak * susturmak, oyalamak için birini küçük bir şeyle avutmak.
kemik bilimci * Kemik bilimi uzmanı, osteolog.
kemik bilimi * Anatominin kemiklerle ilgili bölümü, osteoloji.
kemik doku * Omurgalıhayvanlarda iskeleti oluşturan bir bağdokusu türü.
kemik gibi * pek kuru, katı, sert; sağlam.
kemik rengi * Beyaz ile krem rengi arasında olan renk.
kemik yalayıcı * Dalkavuk.
kemik zarı * Kemikleri kapsayan beyazımsıve sedef renginde zar.
kemikçik * Küçük kemik.
kemikleri sayılmak * çok zayıflamak.
kemikleri sızlamak * (ölü) huzursuz. rahatsız olmak.
kemiklerini kırmak * birini çok dövmek, aşırıdayak atmak.
kemikleşme * Kemikleşmek işi.
kemikleşmek * Kemik durumuna gelmek.
* Sert, değişmez bir durum almak.
* Dokusu kemik doku durumuna gelmek.
kemikleştirme * Kemikleştirmek işi.

Bir yanıt yazın