kemal | * Bilgi ve erdem bakımından olgunluk, yetkinlik, erginlik, eksiksizlik. * En yüksek değer. |
kemale ermek (gelmek veya kemal bulmak) | * (kema:le) olgunlaşmak. |
Kemalist | * Atatürkçü. |
Kemalizm | * Atatürkçülük. |
Kemalpaşa tatlısı | * Un, yağve yumurta karışımıkurabiyelerin sıcak şeker şerbetine atılarak yapılan tatlı. |
keman | * Yay. * Dört telli, çenenin altına dayayarak çalınan yaylıçalgı. |
keman gibi | * ince, düzgün (kaş). |
keman yayı | * Kemana takılan ses vermeyi sağlayan tel. |
kemancı | * Keman yapan veya çalan kimse. |
kemancılık | * Kemancının işi. |
kemane | * Keman ve kemençe yayı. * Ağaç gemilerde talimarın üst ucundaki kıvrım. * Bir tür halk çalgısı. * Delgi veya küçük torna çevirmek için kullanılan ok yayı biçimindeki araç. |
kemane çekme | * Yağlı güreşte, elleri hasmının arkasından göğsü üzerinde kilitledikten sonra midesi ve karnıüzerinde kuvvetli bir biçimde ve bastıra bastıra gezdirme. |
kemanî | * Alaturka müzikte keman çalan kimse. |
kemankeş | * Ok atıcı, okçu. |
keme | * Büyük sıçan. * Domalan. |
kemençe | * Yayla, diz üzerinde çalınan, kemana benzer üç telli küçük bir çalgı. |
kemençeci | * Kemençe çalan veya yapan kimse. |
kement | * Hayvanlarıyakalamak için kullanılan, ucu ilmikli, kaygan uzun ip. * İdam için kullanılan yağlıkayış. |
kement atmak | * kemendi bir ucu elde kalacak biçimde ileri doğru fırlatmak. |
kementlemek | * Kement geçirmek. |
kemer | * Bele dolayarak toka ile tutturulan, kumaş, deri veya metalden yapılan bel bağı. * Etek, pantolon gibi giysilerin bele gelen bölümü. * Özellikle yolculukta kullanılan, üzerinde altın para yerleştirmeye yarar gözleri olan meşin kuşak. * İki sütun veya ayağı birbirine üstten yarım çember, basık eğri, yonca yaprağı gibi biçimlerde bağlayan ve üzerine gelen duvar ağırlıklarını, iki yanındaki ayaklara bindiren tonos bağlantı. * Bkz. emniyet kemeri. * Kemiklerden oluşmuşkemer biçiminde tavan. * Katmanlıkayaçlarda bir kıvrımın kabarık tepe yeri, tekne karşıtı. * Tümsekli. |
kemer bağlama | * Aile büyüğünün, gelinin beline altın veya gümüşkemer bağlamasıtöreni, kuşak bağlama. |
kemer gözü | * Kemerle ayaklarıarasındaki boşluk. |
kemer patlıcanı | * Bir çeşit ince uzun patlıcan. |
kemere | * Gemi güvertesinin enine konmuşkirişlerinden her biri. |
kemeri dolu olmak | * çok zengin olmak. |
kemerini sıkmak | * açlığa veya tutumlu davranmaya katlanmak. |
kemerleme | * Kemerlemek işi. |
kemerlemek | * Ciltçilikte dikişten sonra kitabın sırtına yuvarlak bir biçim vermek. |
kemerli | * Üzerinde kemeri olan veya kemer takılmışolan. * Kemer biçiminde olan. * Kavisli olan. |
kemerlik | * Bazı işçi ve satıcıların araç veya gereçlerini koymak için bellerine taktıkları, gözlere ayrılmış, tahta, meşin veya metal kemer. * Kemer yapımında kullanılan. |
kemersiz | * Kemeri olmayan. |
kemha | * Bir çeşit ipek kumaş. |
kemiğine (kemiklerine) kadar | * iyice, en son sınıra dek. |
kemik | * İnsanın ve omurgalıhayvanların çatısını oluşturan türlü biçimdeki sert organların genel adı. * Kemikten yapılmış. |
kemik atmak | * susturmak, oyalamak için birini küçük bir şeyle avutmak. |
kemik bilimci | * Kemik bilimi uzmanı, osteolog. |
kemik bilimi | * Anatominin kemiklerle ilgili bölümü, osteoloji. |
kemik doku | * Omurgalıhayvanlarda iskeleti oluşturan bir bağdokusu türü. |
kemik gibi | * pek kuru, katı, sert; sağlam. |
kemik rengi | * Beyaz ile krem rengi arasında olan renk. |
kemik yalayıcı | * Dalkavuk. |
kemik zarı | * Kemikleri kapsayan beyazımsıve sedef renginde zar. |
kemikçik | * Küçük kemik. |
kemikleri sayılmak | * çok zayıflamak. |
kemikleri sızlamak | * (ölü) huzursuz. rahatsız olmak. |
kemiklerini kırmak | * birini çok dövmek, aşırıdayak atmak. |
kemikleşme | * Kemikleşmek işi. |
kemikleşmek | * Kemik durumuna gelmek. * Sert, değişmez bir durum almak. * Dokusu kemik doku durumuna gelmek. |
kemikleştirme | * Kemikleştirmek işi. |
Kategoriler