kenevir | * Kendirgillerden, sapındaki liflerden halat, çuval gibi kaba örgüler yapılan, iki evcikli bir bitki, kendir (Cannabis sativa). |
kenevir helvası | * Kenevir ve şeker karışımıyapılan bir tür helva. |
kenevir yağı | * Kenevir ağacından yapılan yağ. |
kenevircilik | * Kenevir yetiştirme işi. |
kengel | * Kenger. |
kengel sakızı | * Kenger sakızı. |
kenger | * Birleşikgillerden, yapraklarıdikenli yaban bir bitki, eşek dikeni (Cynara cardunculus). |
kenger sakızı | * Kengel sütünden yapılan bir tür sakız, çengel sakızı. |
kent | * Şehir. * Site. |
kent soylu | * Burjuva. |
kent soyluluk | * Burjuvazi. |
kental | * 100 kg ağırlığında kütle birimi. |
kentçi | * Kentçilik uzmanı, kentçilikle uğraşan kimse, şehirci. |
kentçilik | * Şehircilik. |
kentet | * Beşli. |
kentilyon | * Katrilyon kere bin. |
kentler arası | * Şehirler arası. |
kentleşme | * Kentleşmek işi. |
kentleşmek | * Şehirleşmek. |
kentli | * Şehirli. |
kentlileşme | * Kentlileşmek işi. |
kentlileşmek | * Kentli olmak durumu. |
kentsel | * Kentle ilgili, şehirle ilgili. |
kenttaş | * Aynıkentten olan kimse. |
Kenyalı | * Kenya halkından olan kimse. |
kep | * Başlık, sipersiz şapka. * Hemşirelerin giydiği başlık. * Bazıtörenlerde profesör ve öğrencilerin giydikleri özel başlık. |
kepaze | * (nesneler için) Niteliği iyi olmayan. * Utanmaz, rezil. * Gülünç, değersiz. * Talim yaparken kullanılan gevşek ok yayı. |
kepaze etmek | * utanılacak bir duruma düşürmek. |
kepaze olmak | * gülünç veya utanılacak duruma düşmek. |
kepazelik | * Kepaze olma durumu veya kepazece davranış, maskaralık, rezalet. |
kepbastı | * Çift katlı büyük dalyan ağı. |
kepçe | * Sulu yiyecekleri karıştırmaya, dağıtmaya yarayan, uzun saplı, yuvarlak ve derince kaşık. * Erimişmadeni kalı ba dökmek için kullanılan büyük kaşık. * Saplı bir çembere geçirilmişolan, balık veya kelebek tutmada kullanılan ağ. * Bir kepçenin alabildiği miktarda olan. * Tahıl, kömür, kum gibi dökme yüklerin yüklenip boşaltılmasında kullanılan, iki veya daha çok çeneden oluşmuşmotorlu araç. * Gemilerde, ortasında dümen evi bulunan yuvarlak kıç çıkıntısı. * Güreşte hasmın arkasından bacaklarıarasına el sokma oyunu. |
kepçe gibi | * kanat gibi öne doğru açılmış(kulak). |
kepçe kulak | * Kocaman ve öne doğru kulakları olan. |
kepçe kuyruk | * Başkalarının sırtından bedava geçinen. |
kepçe surat | * Çok küçük yüzü olan. |
kepçeburun | * Bir çeşit yaban ördeği. |
kepçeleme | * Kepçelemek işi. |
kepçelemek | * İki eli kepçe biçimine getirerek, yere düşmekte olan topu eğilerek yere değmeden kurtarmak. |
kepçeli | * Kepçesi olan. |
kepek | * Un elendikten sonra, elek üstünde kalan kabuk kırıntıları. * Saçlıderide oluşan pulcuklar. * Bazıderi hastalıklarında deriden dökülen parçacıklar. |
kepekçi | * Kepek satan kimse. |
kepeklenme | * Kepeklenmek işi. |
kepeklenmek | * Başta kepek oluşmak. * (elma) Susuz ve tatsız duruma gelmek. |
kepekli | * İçinde kepeği olan. * Üzerinde kepek oluşmuşolan. * (elma için) Un gibi, susuz ve tatsız. |
kepenek | * Çobanların omuzlarına aldıklarıdikişsiz, kolsuz, keçeden üstlük. |
kepenek | * Pervane. |
kepenek altında er yatar | * insanları giydiğine bakarak değerlendirmek yanlışlara yol açar; bazen değerli kişiler eski giymişolabilir. |
kepenk | * Genellikle dükkânlarıkapamak için kullanılan, saç levha veya türlü biçimlerde demir veya tahta kanat. |
kepenkleri indirmek | * işi tatil etmek. |
Kategoriler