Kategoriler
K SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük K Sayfa 97

kırmızıkart görmek * oyundan çıkarılma cezasına çarptırılmak.
kırmızılâhana * Rengi kırmızı olan bir tür lâhana.
kırmızı oy * Bir oylamada, karşıdurum alındığını gösteren oy.
kırmızı biber * Patlıcangillerden bir biber türü (Capsicum annuum).
* Bu bitkinin olgunlaşınca kızarıp yakıcı bir acılık kazanan, yemeklerde bahar olarak kullanılan tozu.
kırmızılaşma * Kırmızılaşmak işi.
kırmızılaşmak * Kırmızı bir renk almak, kızarmak.
kırmızılık * Kırmızı olma durumu, kızıllık.
kırmızımsı * Kırmızıyıandıran, kırmızıya çalan.
kırmızımtırak * Kırmızımsı.
kırmızıturp * Turpgillerden, kökü kırmızı olan bir turp tütü (Raphanus sativus varradicula).
kırnak * Cariye.
* Çalımlı, süslü (kimse).
* Güzel, titiz.
* Cilveli, oynak (kadın).
* Boylu boslu; çevik.
kırnav * Çiftleşmek isteyen dişi kedi.
kırpık * Kırpılmışolan.
* Bölük pörçük.
kırpılma * Kırpılmak işi.
kırpılmak * Kırpmak işi yapılmak.
kırpıntı * Kırpılan şeyden kalan küçük parça.
* Kırpıntı biçiminde olan.
kırpıntı bohçası * İçine kumaşkırpıntılarıkonulan bohça.
kırpışma * Kırpışmak işi.
kırpışmak * (göz kapakları) Çok ışıktan sık sık kırpılmak.
* (ışık) Yanıp söner gibi olmak.
kırpıştıra kırpıştıra * Kırpıştırarak, sürekli ve hızlıkırparak.
kırpıştırma * Kırpıştırmak işi.
kırpıştırmak * (göz kapaklarını) Çabuk çabuk açıp kapamak, kıpmak, kırpmak.
kırpma * Kırpmak işi.
kırpmak * Parçalara ayırmak, kesmek, kırkmak.
* (göz kapaklarını) Açıp kapamak, kıpmak.
* Kesinti yapmak, tutumlu davranmak.
kırptırma * Kırptırmak işi.
kırptırmak * Kırpmak işini yaptırmak.
kırsal * Kır ile ilgili.
* Az insanın barındığı, daha çok kır durumunda olan (yer).
kırsal alan * Üretim etkinlikleri tarıma dayalı olan, kırsal nüfusun yaşadığıve çalıştığı alan.
kırsal bölge * Genellikle tarım veya hayvancılık yapılan ve az insanın yaşadığıyer.
kırsal nüfus * Tarımla uğraşan, genellikle şehir sınırlarıdışında, köy ve kasabalarda yaşayan nüfus.
kırt kırt * Kırt sesi çıkararak.
kırtasiye * Defter, kâğıt, kalem, mürekkep gibi yazıaraç ve gereçlerinin bütünü.
* Kâğıtla yapılan işlemler.
kırtasiyeci * Kırtasiye satan kimse.
* Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde, şekle gereğinden çok önem veren, bürokrat, şekilci, formalist.
kırtasiyecilik * Kırtasiyecinin yaptığı iş.
* Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde şekle gereğinden çok önem verme, bürokrasi.
kırtıklı * Kirtikli.
kırtıpil * Değersiz, bayağı, yarım yamalak.
kırtıpilleşme * Kırtıpilleşmek işi veya durumu.
kırtıpilleşmek * Kırtıpil durumunda olmak.
kıs kıs * Gülmenin sessiz ve alaylı olduğunu anlatır.
kıs kıs gülmek * sessiz ve alaylı gülmek.
kısa * Boyu, uzunluğu az olan, uzun karşıtı.
* Az süren, uzun olmayan.
* Ayrıntısıçok olmayan.
* Kısaca, kısaltarak.
* Kısa olan şey.
kısa çizgi * Satır sonuna sığmayan kelimelere, hecelere bölerken kullanılan noktalama işareti ( – ), tire.
kısa dalga * (radyo yayını için) Dalga boyu on ile yüz m arasında değişen dalga.
kısa devre * Aralarında potansiyel farkı bulunan iki nokta, direnci çok küçük olan bir iletkenle birleştirildiğinde oluşan
elektrik olayı.
kısa far * Otomobilde farın verdiği ışığın daha yakın görmesi, karşıdan geleni rahatsız etmemesi için getirdiği
konum, uzun far karşıtı.
kısa görüşlü * Dar görüşlü.
kısa günün kârı * “hiç olmamaktansa bu kadarıda iyidir” anlamında kullanılır.
kısa kafalı * Kafatasının ön-art ekseni yan eksenine göre kısa olan (kimse), brakisefal.
kısa kesmek * sözü uzatmamak.
kısa kısa * Uzun olmayan bir biçimde, azar azar.

Bir yanıt yazın