kırmızıkart görmek | * oyundan çıkarılma cezasına çarptırılmak. |
kırmızılâhana | * Rengi kırmızı olan bir tür lâhana. |
kırmızı oy | * Bir oylamada, karşıdurum alındığını gösteren oy. |
kırmızı biber | * Patlıcangillerden bir biber türü (Capsicum annuum). * Bu bitkinin olgunlaşınca kızarıp yakıcı bir acılık kazanan, yemeklerde bahar olarak kullanılan tozu. |
kırmızılaşma | * Kırmızılaşmak işi. |
kırmızılaşmak | * Kırmızı bir renk almak, kızarmak. |
kırmızılık | * Kırmızı olma durumu, kızıllık. |
kırmızımsı | * Kırmızıyıandıran, kırmızıya çalan. |
kırmızımtırak | * Kırmızımsı. |
kırmızıturp | * Turpgillerden, kökü kırmızı olan bir turp tütü (Raphanus sativus varradicula). |
kırnak | * Cariye. * Çalımlı, süslü (kimse). * Güzel, titiz. * Cilveli, oynak (kadın). * Boylu boslu; çevik. |
kırnav | * Çiftleşmek isteyen dişi kedi. |
kırpık | * Kırpılmışolan. * Bölük pörçük. |
kırpılma | * Kırpılmak işi. |
kırpılmak | * Kırpmak işi yapılmak. |
kırpıntı | * Kırpılan şeyden kalan küçük parça. * Kırpıntı biçiminde olan. |
kırpıntı bohçası | * İçine kumaşkırpıntılarıkonulan bohça. |
kırpışma | * Kırpışmak işi. |
kırpışmak | * (göz kapakları) Çok ışıktan sık sık kırpılmak. * (ışık) Yanıp söner gibi olmak. |
kırpıştıra kırpıştıra | * Kırpıştırarak, sürekli ve hızlıkırparak. |
kırpıştırma | * Kırpıştırmak işi. |
kırpıştırmak | * (göz kapaklarını) Çabuk çabuk açıp kapamak, kıpmak, kırpmak. |
kırpma | * Kırpmak işi. |
kırpmak | * Parçalara ayırmak, kesmek, kırkmak. * (göz kapaklarını) Açıp kapamak, kıpmak. * Kesinti yapmak, tutumlu davranmak. |
kırptırma | * Kırptırmak işi. |
kırptırmak | * Kırpmak işini yaptırmak. |
kırsal | * Kır ile ilgili. * Az insanın barındığı, daha çok kır durumunda olan (yer). |
kırsal alan | * Üretim etkinlikleri tarıma dayalı olan, kırsal nüfusun yaşadığıve çalıştığı alan. |
kırsal bölge | * Genellikle tarım veya hayvancılık yapılan ve az insanın yaşadığıyer. |
kırsal nüfus | * Tarımla uğraşan, genellikle şehir sınırlarıdışında, köy ve kasabalarda yaşayan nüfus. |
kırt kırt | * Kırt sesi çıkararak. |
kırtasiye | * Defter, kâğıt, kalem, mürekkep gibi yazıaraç ve gereçlerinin bütünü. * Kâğıtla yapılan işlemler. |
kırtasiyeci | * Kırtasiye satan kimse. * Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde, şekle gereğinden çok önem veren, bürokrat, şekilci, formalist. |
kırtasiyecilik | * Kırtasiyecinin yaptığı iş. * Devletle ilgili işlerin yürütülmesinde şekle gereğinden çok önem verme, bürokrasi. |
kırtıklı | * Kirtikli. |
kırtıpil | * Değersiz, bayağı, yarım yamalak. |
kırtıpilleşme | * Kırtıpilleşmek işi veya durumu. |
kırtıpilleşmek | * Kırtıpil durumunda olmak. |
kıs kıs | * Gülmenin sessiz ve alaylı olduğunu anlatır. |
kıs kıs gülmek | * sessiz ve alaylı gülmek. |
kısa | * Boyu, uzunluğu az olan, uzun karşıtı. * Az süren, uzun olmayan. * Ayrıntısıçok olmayan. * Kısaca, kısaltarak. * Kısa olan şey. |
kısa çizgi | * Satır sonuna sığmayan kelimelere, hecelere bölerken kullanılan noktalama işareti ( – ), tire. |
kısa dalga | * (radyo yayını için) Dalga boyu on ile yüz m arasında değişen dalga. |
kısa devre | * Aralarında potansiyel farkı bulunan iki nokta, direnci çok küçük olan bir iletkenle birleştirildiğinde oluşan elektrik olayı. |
kısa far | * Otomobilde farın verdiği ışığın daha yakın görmesi, karşıdan geleni rahatsız etmemesi için getirdiği konum, uzun far karşıtı. |
kısa görüşlü | * Dar görüşlü. |
kısa günün kârı | * “hiç olmamaktansa bu kadarıda iyidir” anlamında kullanılır. |
kısa kafalı | * Kafatasının ön-art ekseni yan eksenine göre kısa olan (kimse), brakisefal. |
kısa kesmek | * sözü uzatmamak. |
kısa kısa | * Uzun olmayan bir biçimde, azar azar. |
Kategoriler