kıvrımlanmak | * Kıvrımlıduruma gelmek. |
kıvrımlı | * Kıvrımı olan. |
kıvrıntı | * Kıvrım. * Kıvrılan yer, dönemeç. |
kıya | * Adam öldürme suçu, cinayet. |
kıyacı | * Cinayet işleyen kimse, cani. |
kıyafet | * Kılık. * Resmî giysi. |
kıyafet balosu | * Alışılmışgiysilerin dışında her çeşit özel giysilerin giyildiği balo. |
kıyafet düşkünü | * Kötü giyimli kimse. |
kıyafetli | * Herhangi bir kıyafette olan, kılıklı. |
kıyafetname | * Bir ülkenin veya bir dönemin giyimlerini anlatan kitap. * Yüze veya dışgörünüşe bakılarak ruhî durumu anlama bilgisinden söz eden kitap. |
kıyafetsiz | * Kıyafeti düzgün olmayan, kılıksız. |
kıyafetsizlik | * Kıyafetsiz olma durumu, kılıksızlık. |
kıyak | * Kıyıcı, zalim, gaddar. * Benzerlerinden üstün olan, çok güzel, mükemmel. * Güzel, biçimli, yakışıklı, düzgün giyimli. * Hoşgörü, ayrıcalık tanıma. |
kıyak kaçmak | * çok uygun düşmek, yakışık almak. |
kıyak yapmak | * maddî ve manevî destek olmak, yardım etmek. |
kıyakçı | * Gözü pek oyuncu, cesur kumarbaz. |
kıyaklaşma | * Kıyaklaşmak işi. |
kıyaklaşmak | * Kıyak duruma gelmek. |
kıyaklık | * Kıyak olma durumu. * Kıyakçıya yakışır davranış. |
kıyam | * Ayağa kalkma, ayakta durma. * Bir işe girişme, kalkışma, teşebbüs etme. * Ayaklanma, başkaldırma, karşı gelme. * İslâm inancına göre, ölümden sonra, yeniden dirilip ayağa kalkma. * (namazda) Ayakta durma. |
kıyamet | * Tek tanrılıdinlerin inanışına göre dünyanın sonu ve bütün ölülerin dirilerek mahşerde toplanacağızaman. * Gürültülü karışıklık, gürültü, patırtı. |
kıyamet alâmeti | * Kıyametin kopacağınıönceden gösteren belirtiler. * İçinde yaşanılan zamanın durumunu beğenmeyenlerin kullandığı bir tamlama. |
kıyamet gibi (veya kıyamet kadar) | * pek çok. |
kıyamet günü | * Dünyanın yok olacağı, ölülerin dirilip ayağa kalkacağızaman. |
kıyamet kopmak | * kıyamet günü gelmek. * (bir yerde) çok gürültü ve telâşolmak. |
kıyamet mi kopar? | * “ne olur, ne çıkar, ne önemi var” anlamlarında kullanılır. |
kıyamete kadar | * dünya durdukça, uzun süre. |
kıyamete kalmak | * bir sorunun çözülemeyeceğini anlatır. |
kıyametleri koparmak | * bir şeye çok kızarak bağırıp çağırmak, feryat etmek; aşırı gürültülere, kargaşaya yol açmak. |
kıyas | * Bir tutma, denk sayma. * Karşılaştırma, oranlama. * Benzetme yolu, örnekseme. * Tasım. |
kıyas etmek | * kıyas eylemek. |
kıyas eylemek | * karşılaştırmak, mukayese etmek. |
kıyas kabul etmez | * iki şey arasındaki ayrımın çok fazla olduğunu belirtmek için kullanılır. |
kıyasa muhalefet | * Bkz. kurala aykırılık. |
kıyasen | * Kıyas edilerek, kıyas yoluyla. * Karşılaştırarak, oranlayarak. * Benzeterek. |
kıyasımukassem | * 343 ikilem. |
kıyasıya | * Canınıyakmak, öldürmek amacıyla. * Çok şiddetli, korkunç, muthiş. |
kıyasî | * Uygulama ve benzetme ile elde edilen. * Kurala göre yapılmış, kurallı. |
kıyaslama | * Kıyaslamak işi, mukayese. |
kıyaslamak | * Karşılaştırmak, oranlamak, örneksemek, mukayese etmek. |
kıyaslanma | * Kıyaslanmak işi. |
kıyaslanmak | * Kıyaslamak işi yapılmak, karşılaştırılmak. |
kıydırma | * Kıydırmak işi. |
kıydırmak | * Kıymak işini yaptırmak. |
kıygı | * Haksızlık, gadir. * Acımazlık, zulüm. |
kıygın | * Haksızlığa uğramış, mağdur. |
kıygınlık | * Haksızlığa uğramışolma durumu, mağdurluk, mağduriyet. |
kıyı | * Kara ile suyun birleştiği yer. * Kenar, uç. * Karanın deniz boyunca uzanan bölümü, sahil. * Issız, tenha yer. |
kıyı balıkçılığı | * Kıyıdan fazla uzaklaşmadan bir gün içinde avlanıp limana dönülme şeklinde yapılan avcılık. |
kıyı bucak | * Göze çarpmayan yer. |
Kategoriler