kibirlenmek | * Kendini büyük görmek, büyüklenmek. |
kibirli | * Kendini büyük gören, büyüklenen. |
kibirsiz | * Kendini büyük görmeyen, büyüklenmeyen. |
kibrine dokunmak | * gururu zedelenmek. |
kibrine yedirememek | * büyüklenmesini, gururlanmasınıuygun görmemek. |
kibrit | * Eczalı bir ucu sürtünme sonucu yanabilecek birleşimde olan, küçük tahta veya karton parçası. * İçinde kibrit çöplerini bulunduran küçük kutu. * Kükürt. |
kibrit çakmak | * kibriti yakmak için bir yere sürtmek. |
kibrit suyu | * Zehir. |
kibritçi | * Kibrit satan kimse. * Cimri. |
kibritlik | * Kibrit koymaya yarar yer veya kap. |
kibutz | * İsrail’de ortak çalışma esaslarına göre oluşturulmuştarımsal topluluk. |
kifaf | * Ancak yetecek kadar azıcık. |
kifafınefs | * Doyuracak miktarda. |
kifafınefs etmek | * ancak yaşayacak kadar yemek. |
kifaflanma | * Kifaflanmak işi. |
kifaflanmak | * Elde ne varsa onunla, çok az yiyecekle karın doyurmak, çok az şeyle yetinmek. |
kifayet | * Yetişir miktarda olma, yetme, kâfi gelme. * Bir işi yapabilecek yetenekte olma, yeterlik, liyakat, iktidar. |
kifayet etmek | * yetmek, yeterli olmak. |
kifayetli | * Yeterli. |
kifayetsiz | * Yetersiz. |
kifayetsizlik | * Yetersizlik. |
kik | * Dar, uzun ve hafif bir yarışkayığı, futa (II). |
kikirik | * Zayıf, ince uzun boylu kimse. |
kiklâ | * Lâpinagillerden, güzel renkli, 50 cm uzunluğunda bir balık (Labrus berggylta). |
kiklon | * Siklon. |
kiklotron | * Atom araştırmalarında, elektriklenmiş cisimlere yüksek hız veren bir aygıt. |
kil | * Islandığızaman kolayca biçimlendirilebilen yumuşak ve yağlıtoprak. |
kile | * Genellikle tahıl ölçmede kullanılan bir ölçek. |
kiler | * Yiyecek, içecek ve erzakın saklandığı oda, ambar veya dolap. * Ambar. |
kilerci | * Saraylarda, büyük konaklarda kiler işlerini yöneten kimse. |
kilermeni | * Eczacılıkta kullanılmışolan kırmızırenkli kil. |
kilidi küreği olmamak | * (her şeyi) açıkta bulunmak, kilitli yere saklanmamışolmak. |
kilim | * Döşeme, divan gibi yerlere serilen, genellikle desenli, havsız, kalın, kıl veya yün dokuma. |
kilimci | * Kilim dokuyan veya satan kimse. |
kilimci ile kör hacı | * herhangi bir kimse. |
kilimcilik | * Kilim dokuma veya satma işi. |
kilise | * Hristiyan tapınağı. * Hristiyan mezheplerinden her biri. * Hristiyanlıkla ilgili dinî kuruluş. * Hristiyanlığın öğretilmesi, dinî işlerin yönetimi vb.ile ilgili papa ve piskoposlar topluluğu. |
kilise çanı | * Kiliselerde bulunan, saat başlarında ve dinî törenlerde çalınan büyük çan. |
kilise direği gibi | * çok kalın (ense). |
kilise hukuku | * Kilisenin kuruluşunu ve iç düzenini sağlayan kurallar. |
kilit | * Anahtar, düğme gibi takılıp çıkarılabilen bir parça yardımıyla çalışan kapatma aleti. * Bir yanıdeğirmi, öbür yanına demir çubuk geçirilmişolan yarım halka. * Atların alnından alt çenesine uzanan beyazlık. |
kilit (kürek) altına almak | * bir şeyi kilitli bir yere koyarak saklamak. |
kilit dili | * Kilidin anahtarla sürülen parçası. |
kilit gibi olmak | * birbirine çok bağlıve dayanışmalı olmak. |
kilit kürek olmak | * (bir yeri) korumak, o yerin güvenilir, sağlam adamı olmak. |
kilit mevkii | * 343 kilit noktası. |
kilit noktası | * Bütün işlerin bağlı olduğu önemli nokta, makam veya yer. |
kilit sarma | * İki veya daha çok bağboyunduruklarıaltına karşılıklı olarak atılmışve biribirine fırçalarla bağlanmışolan bir çift sarma. |
kilit taşı | * 343 anahtar taşı. |
kilit vurmak | * Bkz. kapısına kilit vurmak. |
Kategoriler